Mana-yı ismiyle dünya nimetlerine talip olmak, bu nimetler üzerindeki fani damgasını okumadan, yola çıkan ve çölde suzuzluktan kırılmak üzere olan bir yolcunun serapa doğru, hep ona koşması gibi bir şey...
En sonunda bu halet ve boğuşma içinde yolculuğunun dünya defterini kapatan ve çöllerin vahşi ve kimsesizlik girdabına doğru yolculuğu devam eden bu yolcu, kucağında fani damgası olan bir sürü geçersiz yükle layık olduğu son menziline doğru gitmeye devam eder. Bu istikametteki bir yolculuk aslında fani olana talip olup, hep fani şeylerle haşr-i neşr olmaktır.
Yüce Kur’an’ın Ankebut Suresinin 64. ayetinde ifadesini bulan, “Oysa onların tek gerçek kabul ettikleri bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir....”
hakikatinin insan ve dünyasına yansımış hali tam budur işte...
Mana-yı harfiyle, eli ve duygularının dokunduğu her şeyde fani damgasını okuyan diğer bir yolcu ise, bunların ağır yüklerini yük sahibine emanet edip, yolculukta kendine elzem olan daha az bir yükle doğru hedefine kilitlenerek, korkusuz ve zahmetsiz şekilde, serapa aldanmadan, kendine layık maksud-u menziline doğru yola devam eder. Bu halet ise yukarıda zikredilen ayetin mütebakisinde ifadesini bulan, “... âhiret yurduna gelince işte asıl hayat odur; keşke bunu bilselerdi!” hakikatinin insan ve dünyasına yansıyan bir başka şeklidir.
Bu ayette ifadesini bulan iki ayrı yolculuk reçetesinden birine, kendi hür iradesiyle talip olan dünya ve ahiret yolcusu, elbette, neticelerine de katlanmak zorundadır.
Bu ayet aslında “kim fani, kim baki?” sualindeki bütün ince sırları taliplisine okutan mikroskopik bir büyüteçtir. Bu mikroskopu elde eden adam, talip olduğu dünya nimet ve meyvelerinin sağlamını çürüğünden kolaylıkla ayırt edip, ona göre alış- verişini yapar.
“Almaya değmez ki çürük maldır hep bu çarşıda/ Öyleyse geç, iyi mallar dizilmiş arkasında” hakikati konumuzun bir hülasasıdır.
İsterseniz okunanlardan bir kısmının karşılaştırmasını yapalım.
“Fani hedeflere talip olarak baki mebzillere ulaşılmaz.
Faniye talip olmak fani, bakiye talip olmak baki...
Dünya ve nimetleri fani, ahiret ve nimetleri baki
Günah ve seyyieler fani, sevap ve haseneler baki
Mahlukata tepeden bakmak, kibir, gurur, ve zulüm fani, adalet, meşveret ve muhabbet baki. Ahirette seni kurtaramayacek olan serapa şeylere aldanıp bağlanmaklar fani, Kur’an ve sünnet-i Muhammediye ittibaen emn-ü emanetle, ahirette bizi kurtaracak olanlara sarılmak baki.
Bediüzzaman, beşer yolculuğunun fena ve bekasını ne güzel terennüm eylemiş:
Eğer şu fânî dünyada beka istiyorsan, beka fenâdan çıkıyor, nefs-i emmâre cihetiyle fenâ bul ki, bâkî olasın.
....
Ticaret istiyorsan ger, şu fânî ömrünü bâkîye tebdilde.
Eğer nefsine talip isen, çürüktür, hem temelsiz de;
Eğer afakı ister isen, fenâ damgası üstünde.
Demek değmez ki, alınsa; çürük maldır hep bu çarşıda.
Öyle ise geç; iyi mallar dizilmiş arkasında.
....
Ey nefsim! Kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki: “Fânîyim, fânî olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahman’a teslim eyledim, gayr istemem.
“İsterim fakat bir yâr-ı bâkî isterim. Zerreyim fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim fakat bu mevcudatı umumen isterim.”
(SÖZLER, 17. SÖZ’DEN “FENA” VE”BEKA” İLE İLGİLİ HAKİKATLERDEN BİR KISMI)