‘İnsan’ keşfedilmeyi bekliyor
İnsan Rabbani bir hazine, Rabbani bir sanat eseridir. Bir anlamda âlemin bir özeti toplanmıştır onda. Onun için onun üzerinde büyük anlamlar yüklüdür. Kendisine dönüp bakabilen için, büyük büyük yazılarla, beden eserinin her bir cüz’ünde ciltlerle eserler gizlidir. Onun için insanlık tarihi boyunca yüz binlerce eser insanı anlamaya ve anlatmaya çalışmıştır. Ve insan hep aynı insan iken, bu araştırmalar bir nihayete ermiş değil. Yine bugün de insan üzerine tahliller yapılmaya devam ediliyor ve yarın da herhalde insan bedeninin cüz’leri üzerine mercekler tutulmaya devam edilecek.
Ulaşılacak çok boyutları var insanın. Hem bedenen, hem de ruhen dikkatler üzerinde insanın. Ömürlerini insanı anlama üzerine tüketmiş nice uzmanlar, ulaştıkları noktaları, ‘deryada damlayla ilgiliyiz şimdilerde’ diyorlar.
Beyin cerrahı uzman beyefendi, beyninden sinyal gelmeyen hasta yakınına, birkaç cümle kurduktan sonra, “Ne yazık ki şu an size hastalık konusunda söyleyebileceklerim sadece bunlar. Ve bunlar çok az şeyler. Ama bundan sonrası bizi aşıyor. Tıp buraya kadar. Yani her şey olabilir. Beş ay da şuuru kapalı kalabilir. Yarın da açılabilir. Hiç açılmayabilir de. Sadece bekleyeceğiz” diyor.
Ne demek istediği anlaşılıyor uzman doktorun. Henüz alınacak çok mesafeler var. Sadece beyin konusunda mı? Kalp mi dersin, mide mi dersin, dolaşım mı dersin, konuşma melekesi mi dersin, görme mi dersin, hissetme mi dersin, koklama mı dersin; hafıza mı dersin, el becerileri mi dersin… Daha denebilecek çok şeyler var.
Bu bedenin ruhen ve bedenen işleyişi çok hayretler içeriyor. Hem de en çok hayretler yaşayanlar ehl-i kalp uzman bakışlar. Bir çok uzman, olup bitenleri sadece ‘bir çalıştırılmış makine’ diye yorumluyor. Kimin çalıştırdığına dikkat çeken yok.
İnsan, üzerinde asırlardır çalışılan ve asırlardır çalışılacak olan bir değer. Nitekim insan icadı olan makineler karşısında hayretlerini ifade edenler, o icadı icat edeni merak da etmiyorlar. Bu da şaşılacak bir durumdur.
Bu, ben miyim
demiyorsunuz değil mi?
Her biri mucize olan cihazlarla yüklü insanoğlu. Bedene yüklenmiş olan organlar ve fonksiyonları, ilgilileri hayretler içinde bırakıyor. Vücut, bir mucize makine. Bu mucize makineyi ne oranda ve hangi kapasite ile kullanıyoruz? Çoğu insanın zaten böyle bir derdi, tasası yok. Yaşayıp gidiyoruz, ne gerek var kapasite artırımına? Ne gerek var diksiyonu geliştirmeye, ne gerek var arızalarımızı görmeye, gidermeye?
Kişisel gelişim, Yaratıcının yüklediği kapasiteleri görmeyi sağlıyor
İnsanda büyük güçler var, ama insan acizdir. Hem büyük, hem de aciz. Böyle bir şey işte insan. Sanatkârı dikkate alındığında basit bir işlem insan, ama O Sanatkârın eseri olarak ona bakıldığında, büyük bir muamma. Onun için insanın O’nunla irtibatı kurulduğunda insan anlamlı ve büyük bir sanat eseri oluyor. Yoksa bir hiç.
İmansız nazar, kişinin bütün duyularını dünyaya yöneltiyor. Kendisine çeviriyor. Anlamsızlaştırıyor. Ancak bakış değişirse, insanın kendisine hasr-ı nazar etmesi, Rabb’in sanat eserindeki mükemmelliği görmeyi ve onu verimli bir şekilde kullanmayı sağlıyor.
Nitekim kişinin hafızasını, diksiyonunu, dikkatini, gözlemini geliştirme, bir icat değil, varolanın kapasitesini artırma ve daha fonksiyonel kullanma anlamı ihtiva eder. Onun için insan üzerindeki ‘kişisel gelişim’ çalışmalarının sayısı ve niteliği arttıkça, Rabbanî sanat eserinin incelikleri, güzellikleri ortaya çıkacaktır.
Dünya yeni renkler
kazanıyor; ancak…
Düşünün ki insana yüklenmiş olan bütün kabiliyetler sayesinde dünyanın rengi değişmektedir. Kişiye ise, bu kabiliyetlerin yönünü belirlemek düşüyor. Sadece dünyanın şartları dikkate alınarak yapılacak çalışmalar, evet dünyaya bir değişim katacaktır, ancak bütün bu çalışmalar insanın gerçek mahiyetini ortaya çıkarmaya hizmet etmeyecektir.
İnsan kabiliyetlerle donatılmış; ama onların çoğu uyuyor. Onları uyandırmak ve etkin olarak hem kendi iç dünyasını ve hem de dış dünyasını aydınlatması amacına dönük kullanmak kişiye kalıyor. İşte kişisel gelişim bu kapasite artırımını dikkatlere sunuyor.
Uyuyan kabiliyetlerle doluyuz;
onları uyandıralım.
Bu çerçevede YASEM, bir kişisel gelişim organizasyonu olarak, binlerce insana ‘kendi gerçeği’ne dikkatleri çekiyor. ‘Kendini tanıma yolculuğu’ deyince insan, kendi gerçeğinin farkına varıyor değil midir? Neler yapabileceğinin, neler elde edebileceğinin ve neleri aşabileceğinin yolunu gösteriyor değil midir? Bu farkına varış, ‘Ben’leri şişiren sonuçlar doğurmamalı tabiî. İnsanın taşıdığı sanatı okumalı sadece. Bu bir çalışarak kazanım değil, bu bir ihsandır. Verilenlerin farkına varmaktır insana düşen. Kapasite artırımına gitmektir. Bize verilen nimetlerin kullanım kapasitelerini bilmeli değil miyiz? Meselâ beyin kullanma kapasitesinin neresindeyiz? Hafıza sandukçasının kaçta kaçını kullanıyoruz? Bunu sorgulamak ve bunun gelişimi için adım atmak, aynı zamanda Rabbimizin hoşuna gidecek bir faal-i hayır değil midir? Sanatının anlaşılması O’nu da hoşnut etmeyecek midir?
28.01.2006
E-Posta:
[email protected]
|