Piramitler tepe taklak olunca
Bilindiği üzere, nüfusun cinsiyetlere, mesleklere, sektörlere göre dağılımı ile ilgilenen bilim dalına demografi deniyor.
Dünyada, doğumlarla ölümler arasındaki fark fıtrî nüfus artış oranını meydana getiriyor.
Bu ülkede, bilim, siyasetin ziyadesiyle emrinde olduğu için, nüfus artışının yalnızca zararları konuşuldu yıllarca. Oysa, biz birilerinin dayattığı sloganları sorgulamadan tekrarlarken, demografi uzmanları, nüfus konusunda dünyanın, demografik geçiş modeli (demografic transition model) adını verdikleri dört evre yaşadığını ortaya koydular. Meraklısı, bu konuyu Batılı ülkelerinin coğrafya kitaplarında görebilir.
Bu modele göre, endüstri inkılâbının öncesine rastlayan birinci evrede dünyanın hemen her bölgesinde hem doğum, hem ölüm oranları yüksektir. Bu evreyi Batı ve Kuzeybatı Avrupa endüstri inkılâbından önce yaşamıştır. Ölüm ve doğumların yüksek olduğu bu evre, geri kalmış bazı ülke ve bölgelerde yakın zamanlara kadar sürmüştür.
Endüstri inkılâbı sonrasına rastlayan, ikinci evrede ise doğum oranlarındaki yükseklik devam ederken, ölüm oranlarında çok ciddî bir düşüş yaşanmıştır. Bunun en önemli sebebi tıptaki, beslenme ve hijyen şartlarındaki baş döndürücü gelişmelerdir.
Üçüncü evrede ise ölüm oranları azalmaya devam etmiş, ama doğum oranlarında bir miktar düşüş yaşanmıştır. Dolayısıyla nüfus artış hızı biraz azalmıştır.
Dördüncü evrede ise hem doğum, hem de ölüm oranları düşmüş, dolayısıyla nüfus artış hızı neredeyse sıfıra inmiştir. Bu dört evrenin gerçekleşme tarihleri ve süreleri bir ülkeden diğerine, bir bölgeden başkasına geçildikçe değişmektedir. Ama, hemen her bölge bu evreleri farklı zamanlarda yaşayacaktır. Halihazırda, İtalya, Macaristan, Almanya ve İngiltere gibi ülkelerde artış oranı sıfır civarındadır. Hatta, doğumların azalıp nüfusun yaşlanma trendinin devam edeceği, dolayısıyla nüfus yapılarının ters piramitle gösterileceği bir devrenin gerçekleşeceği tahmini yapılıyor. Genel bir savaş hali veya yaygın bir hastalık ortaya çıkmadıkça, nüfusun azalış trendinin süreceği öngörülüyor.
Nüfus artışının neredeyse sıfır olduğu bu dördüncü devreye ulaşılmasında bilim ve teknolojideki gelişmelerin yanında diğer bazı faktörler de etkili olmuştur:
Söz gelişi, evlilik yaşının, yüksek okullarda okuyanların sayısının artması ve evlenmelerin iş hayatına atıldıktan sonra gerçekleşmesi, nüfus artış hızını azaltan faktörlerden biridir. Çekirdek aile, evli çiftleri çocukları emanet edebilecekleri birer büyükten mahrum etmiştir. Artış hızının azalmasında, Batının bencil anlayışı; insanlara, çocuk bakmak yerine gençliklerini yaşamalarını teşvik edişi de etkili olmuştur.
Bu faktörlerin sonucu olarak da, Avrupa’nın birçok ülkesinde yaşlı nüfus oranı oldukça artmıştır. Ortalama ömür beklentisi de çoğunda seksenler civarındadır.
Bunun sonuçlarından uzun uzadıya söz etmeyeceğim. Yalnızca şunu diyeyim; ileri tarım tekniklerinin kullanıldığı ülkelerde ziraî üretim öylesine artmıştır ki, çocuk ve gençlerden—dolayısıyla tüketici nüfustan— mahrum olan yaşlı kıt’a birçok tarım ürününü saklayacak silo ve soğutma tesisi bulmakta zorlanmıştır.
Ama, yaşlı nüfusun esas sıkıntısı şuradadır: semavî referanslardan kopuk görüşler üzerine kurulu millî devletler, yaşlıların bakımını, çocuklarının şefkatle uzanması gereken ellerinden alarak ya kendi sırtına ya da özel sigorta şirketlerinin sırtına yüklemiştir. Sonuçta, sayıları azalan çalışan yetişkinlerden çokça kesilen vergiler yaşlıların çeşitli adlar altında bakıldıkları kurumlara sarf edilmektedir. İnsanoğlu ulaştığı bilimsel ve teknik seviye ile insan ömrünü uzatmaya—zahirî sebepler altında—uzatmaya muvaffak olmuştur, ama bu ömrün afiyetle geçen kısmını uzatmayı becerememiştir. Yaşlılar, ömürlerinin son demlerini ya hastahane koğuşlarında, ya da huzurevi denilen kurumların, çoğu zaman polis, ambulans ve itfaiye arabalarından başka kimsenin pek uğramadığı kasvetli koridorlarında geçirmektedirler. Noellerde veya diğer dinî günlerde ziyaretçisi olanlar veya tebrik kartı alanlar kendilerini bahtiyar saymaktadırlar.
İnsanlık bu hususta da, iman ve İslâmın kurtarıcı nefesine ne kadar muhtaçtır... Özellikle, ‘Rabbin, Kendine ortak koşulmamasını ve anne babaya iyilikle muamele etmeyi emretti’ mealindeki İlâhî buyruğa. Onları birer yük değil, Rahmân’ın rahmetine kavuşmaya vesile bilecek nefesine. Beşer, özellikle Batılı, bu hususta da dünyaya örnek olabilecek hak şahitlerini sabırsızlıkla bekliyor.
|