Doğru sözlüdür. Aleyhine de olsa doğru söyler. Asla yalan söylemez. Ancak her doğruyu her yerde söylemez.
Neyi ne zaman söyleyeceğini iyi bilir. Uhuvvet Risalesi’nin ikinci düsturda der ki: “Senin üzerine haktır ki, her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu demek, doğru değildir. Zîrâ, senin gibi niyeti hâlis olmayan bir adam, nasihati bazen damara dokundurur, aksülamel yapar.” Takva sahibidir; Helâl – haram hassasiyetini gözetir. Helâlleri yapar, haramlardan uzak durur. Rızkına haram karıştırmaktan şiddetle kaçınır.
- Hizmette ve külfette ileride, mükâfat tevziinde geride kalır. Kardeşlerini kendi nefsine tercih eder. Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize; şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-ı maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz.
- Kardeşlerini kıskanmaz. Bilâkis onların meziyetlerini şahsında ve faziletleri kendinde tasavvur ederek onların şerefleriyle şakirâne iftihar eder.
- Amelinde rıza-i İlâhîyi esas alır. İbadet ve hizmeti riya için değil, sırf Allah rızası için yapar. Bütün kuvvetini hakta ve ihlâsta bilir. İhlâsı bozacak işlerden yılandan akrepten kaçtığı gibi kaçar. Kardeşlerinin kusur ve ayıplarını araştırıp, piyasaya çıkararak onları tenkit etmez. Uhuvvetkârâne tesanüd eder ve kardeşlerini tenkit etmezler. Üstadın “Sakın birbirinize tenkit kapısını açmayınız. Tenkit edilecek şeyler kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var” düsturuna uyarlar. Hatalı bir kardeşinin kusurunu şefkat, nazikâne, nezihane ve kavl-i leyyinle yalnız ona söyleyerek düzeltmeye çalışır Gıybetin tehlikesini ve çirkinliği iyi bilir. Ne gıybet yapar, ne de önünde gıybet yapılmasına müsaade eder.
- Kardeşleriyle uhuvvet ve tesanüt (dayanışma) içinde olur. Mensup olduğu cemaatin tesanütünü bozacak söz ve tavırlardan uzak durur. Birisinden gördüğü hoş olmayan bir söz veya bir davranış yüzünden ona küsmez. Bilâkis iyilikle mukabele ederek onun ıslahına çalışır. Kendine veya başkasına ait sırları saklamasını iyi bilir, onları ifşa etmez. Huzurunda konuşulan sözleri ilgili kişilere ulaştırıp fitneye sebep olmaz.
- İktisat ve kanaatle yaşar; Maddî imkânı iyi olsa da, israftan kaçınır. Rezzak’ın dan başka kimsenin minnetini almaz. Cimrilik de yapmaz. İktisadı esas tutar. Çünkü “Kanaat eden iktisat eder, iktisat eden bereket bulur” hakikatine uyarlar. Tamah göstermezler. Hırs ve tamah yerine “Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah’tır” (Zâriyât Suresi: 58.) âyet-i celîlesi delâletiyle Kur’ân’a, imanları tamdır.
- Nur Talebesi iffetli ve namusludur. Başkasının namusuna göz dikmez. Nefsine hâkim olarak gözünü harama bakmaktan muhafaza eder. İhlâs kaideleriyle hareket ederler. Çünkü “vasıta-i halâs ve vesile-i necatın ancak ihlâs” olduğunu bilirler. Riyadan sakınırlar. Çünkü riyanın bir tasannu, gösteriş olduğunu, hayrı şer edeceğini ve gizli şirk olduğunu bilirler. Tasannûa girmezler. Çünkü “dalkavukluk ve tasannûun, alçakça bir yalancılık” olduğunu bilirler. İnsanların hürmet ve ikramlarını arzu etmezler. Çünkü bu zamanda verilen hürmet ve ikramların çok pahalı olduğunu bilirler. Hem Üstatlarının; “Biz, insanların hürmet ve ihtiramından ve şahsımıza ait hüsn-ü zan ve ikram ve tahsinlerinden mesleğimiz itibarıyla cidden kaçıyoruz” dersini bilirler ve tatbik ederler. Şan şöhret peşinde koşmazlar. “Hususan acip bir riyakârlık olan şöhretperestlik ve câzibedar bir hodfuruşluk olan tarihlere şâşaalı geçmek ve insanlara iyi görünmek ise, Nurun bir esası ve mesleği olan ihlâsa zıt ve münafi” olduğunu bilirler
.—Devam Edecek—