Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri 21. Lema’nın başına neden, “Bu Lem’a lâekall her on beş günde bir defa okunmalı” ibaresini koymuş, halbuki 20. Lema da ihlas hakkında, okuyunca 21. Lemanın Nur talebesine ve şahısın direk nefsine hitap ettiğini görüyoruz. Halbuki 20. Lema ise ihlasın İslâmiyet’te mühim bir esas olduğunu gösteriyor, ve umum müslümanlara hitap ediyor.
Biri özele, biri genele hitap ediyor.
Çetin bir savaş sonrasında Medine’ye dönüş yolunda yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) arkadaşlarına şöyle diyordu: “Küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz.”
Küçük cihat dediği, cenk meydanındaki o kanlı vuruşmaydı. Kiminin şehit, kiminin gazi olduğu o kutsal savaşdı. Nasıl olurdu da sonu ölümle neticelenebilecek bir savaş, küçük cihat diye tanımlanırdı? Peygamber işte ona küçük cihat diyordu.
Bir sözün anlaşılabilmesi için sadece anlama kapasitesinin değil, aynı zamanda sınanmanın da gerekli olduğunu ilerleyen yaşlarımızda öğrenecektik elbet.
*
Büyüdük. Sınanarak büyüdük. Nefsimiz büyüdü. Nefsimizle büyüdük. Nefsimizle büyüdükçe kendimizi büyük, hatta en büyük sandık.
Sınanma ile büyüdükçe öğrendik ki büyük cihat meğer her babayiğidin harcı değilmiş.
Bu mübarek sözün anlamını öğrendiğimizde sınanmanın bizde açtığı manevi yaralar da büyümüştü elbet.
*
Peygamberimizin büyük cihat dediği neydi peki? Nefisle mücadeleydi. Nefsimizle beraber büyüdükçe gördük ki kıskançlıklarla başlayıp kişisel güç ve iktidar devşirme oyunlarına varan hırslarımızla kendimizden başka bir şeye dönüşüyoruz. Suretimiz belki değişmiyor ama siretimiz başkalaşıyor.
Dilimiz belki değişmiyor ama kalbimiz başka türlü atıyor. Hırslarımız akıllarımıza galebe çaldıkça yüreğimiz göçüp gidiyor. Nefsimiz büyüdükçe böbürlenmelerimiz artıyor. Kendimizi büyük gördükçe başkalarını küçük görmelerimiz çoğalıyor. Büyümek için başkalarını küçültmek gerektiğine inandıkça, bırak büyümeyi ruhen ve kalben küçülüyoruz, alçalıyoruz.
Bilerek veya bilmeyerek fitnenin taşıyıcı aktörlerine dönüşüyoruz. Her şeyi sadece kendisi için isteyen ve her makama sadece kendisini layık gören mütekebbirlere dönüşüyoruz.
Halbuki ‘İkinci Düstur’umuz neydi! “Bu hizmet-i Kur’aniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde fazilet-füruşluk nevinden gıpta damarını tahrik etmemektir.
Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalp ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder. Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır.”
“Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârane uğraşmaz, birbirinin önüne takaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkit edip sa’ye şevkini kırıp atalete uğratmaz. Belki bütün istidatlarıyla, birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler, hakiki bir tesanüd bir ittifak ile gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre miktar bir taarruz, bir tahakküm karışsa; o fabrikayı karıştıracak, neticesiz, akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak.”