Almanya’dan M. Filiz: Hz. İsa ve Mehdî gelecek mi? Çok hoca Kur’ân’da âyet ve sahih hadis olmadığını söylüyor. Ve gelmeyecek diyen bir kişi dinden çıkar mı? Kâfir olur mu?”
Mecrasından Saptırılmamalı
Kıyamete yakın Hazret-i Mehdî’nin geleceği ve Hazret-i İsâ’nın (as) nüzûl edeceği ile ilgili gaybî haberlerin kaynağı, Allah Resûl’ünün (asm) sahih hadisleridir.
Her ne hikmetse her iki konu da iki grup insanı, yani ehl-i ifratı ve ehl-i tefriti netice vermiş ve ehl-i ifrat her iki konuda da “teklif sırrının” ötesinde mu’cizevârî kurtarıcılar beklerken, ehl-i tefrit bilakis her iki haberi de inkâr etmişlerdir.
Biz Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olarak sahih kaynaklarımızla gelen haberleri alırız, Peygamber Efendimizin (asm) haber verdiği olayların murâd-ı İlâhî çerçevesinde gerçekleşeceğine inanırız. Fakat ne ehl-i ifrat gibi, hadis-i şeriflere “teklif sırrına” uymayacak manalar yükleriz; ne de ehl-i tefrit gibi hepsini birden inkâra kapı açarız!
Her ikisi de gerçeklerden sapmadır. Bir meseleyi mecraından saptırırsan, o meseleyi inkârın önüne de atmış olursun.
Teklif Sırrı Ne Diyor?
Konuya girmeden önce, teklif ve teklif sırrını açıklamamızda fayda var:
Teklîf: Cenab-ı Hakk’ın, insanlara kulluğu ve Hak dini tebliğ ve teklîf etmesi ve kullarını Cennete çağırmasıdır. Peygamber göndermekle “teklif” gerçekleşir. Peygamberler sadece akla kapı açarlar; hakkı tebliğ ederler.
Teklif sırrı ise: Cenab-ı Hakk’ın teklif ve davetine uymada kullarını hür iradeleriyle baş başa bırakması; zorla inandırma cihetine gitmemesidir. Çünkü imanda hür irade esastır.
İman ve teklifin, hür irade dairesinde bir imtihan olduğunu ifade eden Bediüzzaman Hazretleri, Hazret-i Ebu Bekir gibi elmas ruhluların alâ-yı illiyyîne çıkması, Ebu Cehil gibi kömür ruhluların ise esfel-i sâfilîne düşmesinin bu teklif sonucu yapılan hür tercihle mümkün olduğunu, ihtiyar ve irade olmazsa teklif de olmayacağını kaydeder.1
Cenab-ı Hak isteseydi elbette zor kullanırdı ve herkesi inanmak zorunda bırakırdı. Söz gelişi gökteki yıldızlardan net biçimde “Lâ ilâhe illallah” yazısını gök yüzüne çakarcasına yazmak, Allah’ın kudreti için zor değildir. “Allah dileseydi, puta tapmazlardı!”2, “Onların kalplerini ve gözlerini çeviririz!”3, “Eğer Biz onlara melekleri indirsek, ölüler onlarla konuşsa ve her şeyi karşılarına toplasaydık, Allah dilemedikçe, yine inanmazlardı!”4 ayetleri zaten bu iradeyi anlatıyor.
Fakat insanlar zor kullanarak inanmak zorunda kalsalardı, bu makbul bir iman olmazdı. İnanma tercihlerini hür iradeleri ile yapmış olmazlardı. Peygamberlerin vazifelerinin sadece tebliğ olması5 ve görevlerini yaparken zor kullanmamaları6 bundan dolayıdır.
Peygamberler
Hazret-i Âdem’den (as) Hazret-i Muhammed’e (asm) bütün Peygamberler teklif sırrı çerçevesinde insanları Hakka ve kulluğa çağırmışlardır. Peygamberler kavimlerince taşlanmışlar, kovulmuşlar, işkenceye ve eziyete maruz bırakılmışlar, hakârete uğramışlar, şehit edilmişler; fakat ellerinde “mu’cizeden” başka hiçbir görünen kuvvet bulunmamıştır.
Hiçbir Peygamber maddî bir polisiye gücüne dayanarak vazife yapmamıştır.
Mu’cizeler de insanların diledikleri gibi yorumlamalarına imkân verecek ölçülerde gelmiştir. Yani inanmayanların “sihirdir!” diyebilme hakları ellerinden alınmamıştır. Cenab-ı Hakk’ın yer yüzünde “sihre” ve “büyüye” izin verişinin bir hikmeti de bu; yani, mu’cizenin “icbar” vasıtası olmasını önlemek olsa gerektir!
Hazret-i Mehdî ve Hazret-i İsa (as) hakkında gelen rivayetleri de, teklif sırrına uygun biçimlerde yorumlamamız gerekiyor.
Konuya inşallah yarın devam edelim.
Dipnotlar:
1- Şualar, s. 498.
2- En’am Suresi: 107.
3- En’am Suresi: 110.
4- En’am Suresi: 111.
5- Mâide Suresi: 99; Nahl Suresi: 35, 82.
6- Kaf Suresi: 45; Gâşiye Suresi: 22.