Ahmet Bey: “Onuncu Söz’ün On Birinci Hakikatında belirtilen; insanın, mahlûkâtın tarz-ı tesbihat ve ibadetine müdahalesi ne demektir?”
Aklın Varsa Düşünmelisin!
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, haşrin vukûunu iki kere iki dört eder derecede ispat ettiği ve mahkeme-i kübrâ için On İki basamaklı burhan gösterdiği Onuncu Söz’ü, yalnızca bir tek âyetin tefsîri olarak kaleme alır. Âyet, Rûm Sûresi 50. âyetidir ve meâli şudur:
“Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine. Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor? Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir!”
Âyet, ehl-i aklı, ehl-i fikri, ehl-i tefekkürü, ehl-i şuuru düşünmeye ve akıl yürütmeye dâvet ediyor. Her kışta ölen yer yüzü canlılarının, her baharda nasıl diriltildiğini ısrarla nazara veren Kur’ân âyeti, bunu yapan kudret için insanları diriltmenin hiç de zor olmayacağını, insanların dirilmeye daha lâyık bulunduklarını kaydediyor.
Fakat esefle görüyoruz ki, en çok akıllarına güvenen felsefeciler de dâhil bilginler, ekseriyetle bu konuda akıl yürütmekten kaçınmışlar; haşrin bir nakil meselesi olduğu, aklın bu yolda yürüyemeyeceği ve sadece îmân etmekle yetinilmesi gerektiği kanaatini ileri sürmüşlerdir.1
Oysa, sormak lâzım: Kur’ân,“Allah, ölüleri nasıl diriltiyor; rahmet eserlerine bir bakınız!”2 âyetiyle, öldükten sonraki dirilişi “anlamayı” akıldan neden istiyor? Demek, “bu bir nakil meselesidir” diyerek “taklidî îmâna” râzı olmak, Kur’ân’ın akıldan ve kalpten istediği şeyi anlamamak demektir!
Sırtını ilk çağ Hıristiyan felsefesine dayayarak, maddenin ezelî olup olmadığı, Allah’ın küçük şeyleri bilip bilmediği gibi kahir ekseriyeti hiç ilgilendirmeyen nazarî meseleleri tartışanların; “haşir” gibi herkesi çok yakından alakadar eden ehemmiyetli bir meseleyi nakle havâle ederek yetinmeleri ve haşrin vukûunu “akıl” gündemine almamaları ne kadar garip değil mi?
Gel Parmağını Gözüme Sok
İşte Risale-i Nur, bin yıllık bir boşluğu doldurarak, Onuncu Söz’le Kur’ân’ın bu âyetine cevap vermekte; öldükten sonra dirilmek, haşir ve mahkeme-i kübrâ konularında Kur’ân’ın işâret ettiği veçhile, aklın ve kalbin de kavraması gereken ip uçları, deliller, burhanlar ve hakîkatlar olduğunu dünyaya îlan ve ispat etmektedir. Onuncu Söz; On İki Sûret ve On İki Hakîkat ile dünyadan kabre, kabirden dirilişe, dirilişten haşir meydanına ve mahkeme-i kübrâya, oradan da Cennet ve Cehenneme giden virajlı ve düz yolları akıl, mantık, idrâk ve şuur sahiplerine çok net biçimde ispat etmektedir.
Bu ispattan sonra, Haşir Risalesi’nin Müellifi Bediüzzaman der ki:
“Eğer, haşrin gelmesini, gelecek baharın gelmesi gibi, kat’î bir sûrette anlamak istersen; haşre dâir “Onuncu Söz” ile “Yirmi Dokuzuncu Söz”e dikkat ile bak; gör! Eğer baharın gelmesi gibi inanmaz isen, gel parmağını gözüme sok!”3
Evet; bu söze biz de kefiliz!
İnsaniyet Babı
Onuncu Söz’ün On Birinci hakîkatı, “İnsaniyet bâb”ı ve “Hak” isminin cilvesidir. Her ismin ism-i azamlık mertebesine mazhar bir ahsen-i takvimde yaratılan, yer ile gökler ve dağların yüklenmekten çekindiği emânet-i kübrâyı uhdesine alan, yer yüzündeki bütün bitkilerin ve hayvanların düzen ve tanzimleri hakkında söz sahibi olan ve onların tesbîhat tarzlarına ve ibâdetlerine müdâhale eden, meleklere tercih edilerek hilâfet rütbesini giyen insana, saadet-i ebediyenin verilmemesinin hiçbir şekilde kabil ve mümkün olmadığını4 ispat ediyor.
Burada geçen müdahale ile; insanın, hilâfet rütbesi gereği, sâir mahlûkât üzerindeki tasarruf yetkisi vurgulanmıştır. Yani ekseriyetle insan nerede isterse, bitki ve hayvan orada sergisini açmakta, orada zikrine devam etmektedir.
Yani hayvanların ve bitkilerin ipi insanın eline verilmiştir.
Dipnotlar:
1- Sözler, s. 89.; 2- Rûm Sûresi: 50.; 3- Sözler, s. 106.; 4-Sözler, s. 83, 84.