Okuyucularımızın çok yerinde tenkit ve serzenişlerine biz de hak veriyoruz.
“Bilinmeyeni bilinmeyen ile tarif ediyorsunuz…”, diye haklı olarak ikaz ediyorlar. Sizler bu açıdan doğru konuşuyorsunuz. Daha çok Batı Dünyası’na ait isimlerin, tarihi olayların, aktüel cereyanların mahiyetlerini anlatmadan, oradan kendimize örnekler, deliller veya açıklama için mukayeseler çıkarıyoruz. Ümit ederiz ki, bu zihnî zorluklar çok kısa bir zamanda kaybolacak. Globalleşme, internet dünyasındaki komünikasyon mu’cizeleri ve Müslümanların yavaş yavaş sahneye çıkmaları; inşallah işlerimizi daha da kolaylaştıracaktır.
Neoliberal kelimesinin tanımını bilinçli olarak kamuoyundan kaçıran Marksistler, bilhassa liberal sol, bu hareketin sivile bürünmüş, kapitale yanaşmış ve hürriyet kostümünü giyerek insaniyeti çekirdeğinden ta ağacına kadar bozmaya azmetmiş bir hareket olduğunu Türkiye’mizde gizlemeye çalışıyor. Esas köklerinin dinsiz Avrupa felsefesine, Marksist zeminin üzerinde Freud usûlü ile yükselen bu dehşetli cereyanın mahiyetinin gizli kalması, Neoliberallerin üstatlarını, hareketlerini, finansörlerini ve hatta “ insanî yardım hüviyetine bürünmüş” sivil-toplum kuruluşlarını, toplumlarda sosyal problemlerle karşı karşıya kalmış insanlara “kurtuluş kapısı” gibi sunma fırsatı vermiştir. Bunların tarihçelerinden, düşünce feylesoflarından, enstitülerinden zaman zaman geçmiş yazılarımızda bahsetmiştik. Yukardaki iddiamıza kuvvet verecek tarzda Karl Popper’e, August von Hayek’e, George Soros’a ve nihayet Bill Gates ile eşine methiyeler düzen yüzlerce yazı ve makale bulabiliyorsunuz, Türkiye Medyasında. Bu duruş ve tesbit yalnız bizim milletimiz ve ülkemiz için değil, başka halklar için de geçerlidir. Batılı tasvir etmemek için bu felsefi mektebin 1923’ten günümüze içinde bulunduğu icraatlarından bahsetmeyeceğiz. Fakat bu Beylerin Mont Pelerin’de bir araya gelip “ Hürriyetçilerimizi” kandırmak üzere strateji geliştirdiği günlerde Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektup çok önemlidir. ( bknz. Emirdağ Lâhikası, s. 20-21,Yeni Asya Yayınları) Hatta bu mektuptan önce; Neoliberal feylesoflardan Herbert Markuse‘nin Amerika merkezli başlattığı “ahlâkî tahribat operasyonundan” önce Avrupa’da ve kısmen de Türkiye’ de yol açacağı ihtilâllerden bahsetmeleri, belki çoğumuzun nazarından kaçmıştır... Yine Bediüzzaman dinsizliği ve ahlâksızlığı ihtilâllerine zemin olarak hazırlayan bu hareketin, zakkumca meyveleri bizim ülkemizde de elde edebileceğini, yine bu tarihlerde eserine eklediği bir haşiyede belirtiyor. Kur’ân’ın gelecekten haber vermesi münasebetiyle Felak Sûresi’ndeki bir âyet ile ilgili olarak “Eğer beraber olsa, Milâdî bin dokuz yüz yetmiş bir (1971) olur. O tarihte dehşetli bir şerden haber verir. Yirmi sene sonra, şimdiki tohumların mahsulü ıslah olmazsa, elbette tokatları dehşetli olacak.”( Şuâlar, s. 241) derken, bu cereyanın çalışmalarını ihsas ettiriyor. Neoliberallerin Amerika’da başlattıkları “ahlâkî temel değerlerle savaş” münasebetiyle, Alman halkı ahlâksızlığın daha çok Amerika’dan Avrupa’ya geldiğine inanır. Bu kısa bilgilendirmeden sonra esas mevzuya geçelim.
Türkiye’mizin 12 Eylül İhtilâliyle içine sokulduğu dehşetli istibdadın en karanlıklı zamanlarını yaşadığımıza, yalnızca AKP taraftarları itiraz edebilir. Millet iradesinin Ankara’da bir binaya hapsedildiğine de inanmak zorundayız. Her ne kadar Komünizmden henüz kurtulmuş Rusya’yı icraatlarında örnek veriyorlarsa da, millet yararı noktasında Rusya’dan geri olduğumuzu itiraf edelim. Putin’in Neoliberal tekelci sermayedarları bankaları ve paralarıyla kapı dışarı etmesi, Avrupa ve Amerika üzerinden halklara musallat olan ahlâksız sivil- toplumcuları yasaklaması ve daha sonra dışardaki Neoliberal hareketlerle irtibat içindeki derneklere belli bir süre vererek zabt u rabt altına alması, elbette Rus milletinin menfaatineydi. Putin’in Rus Ailesi’ne verdiği destekten dolayı LGBT’ ye kısıtlama getirdiğini beyan etmesi, Rus kamuoyu tarafından ayakta alkışlanmıştı. Bizim hükümetin ve Reisicumhurun bu icraatlardan ne kadar uzakta olduğunu hepimiz biliyoruz. İşte demokrasiden uzaklaşan hükümet, 12 Eylül İhtilâlinin kanunlarıyla üniversitelerimizi tanınmayacak hale getirince, haklı olarak tepki ile karşılaşıyor. Sebep oldukları bu ortamdan yararlanan Neoliberaller, Türkiye’mizin ve bilhassa demokrasi ve adalet peşinde koşan kitlelerin haklı isteklerini, ellerindeki ahlâksız argümanlarla tesirsiz hale getirmeye çalıştılar. Hem üniversitenin, hem öğrencilerin, hem onları temsilen muhalefetin ve demokratların Boğaziçi’ndeki girişimlerini, arkasını dayadığı Amerika ve Avrupa basını ile kendince boşa çıkarmaya çalıştı. Diğer taraftan, global düzeyde normalleştirmek istediği LGBT hareketiyle demokratik hak ve istekleri aynı karede dünyaya servis etmeye devam ediyor.
Neoliberallerin Asya’yı, Türkiye’yi ve Müslümanları “dönüştürme” hayalleri bir daha Boğazın dondurucu sularına gömülüp kayboldu. Dehşetli cehaletleri ve çirkin ahmaklıkları, onlara böyle bir mağlûbiyeti yaşattı. Türkiye’yi; milletinde haram- helâl ölçüsü olmayan ve temel insanî değerleri Marksistlerce yağmalanmış herhangi bir Hıristiyan Batı ülkesine benzetmişlerdi. AKP karşıtlığının hiçbir siyasî partimizi, halkın kurduğu STK’ yı veya bir başka kurumumuzu bu insanî değerlerden uzaklaşmış “ahlâksızlık hareketiyle” yan yana getirmeyeceğini bilemediler. Bir şeyi daha bilmiyorlardı. Türkiye’ye demokrasi ihtilâlle gelmemişti. Bu kutlu meşalenin fabrikalarda veya heveslerinin hayatlarına hâkim olduğu üniversite gençliğiyle tutuşmayacağını bilmiyorlardı. Üniversite ve fabrikalardaki nümayişlerin ihtilâle dönüştüğünü Anadolu insanı çok iyi biliyordu. Kırk sene önce, Neoconların ODTÜ’de tutuşturdukları ateş ile ne kadar masum çocuklarımızın yandığını bu millet biliyordu, ama Amerika ve Londra merkezli Neoliberallerimiz cehaletlerinden ve gafletlerinden bilmiyorlardı veya hesap edememişlerdi.
Bu arada, kırk senedir tamamen kaybettiğimiz demokrasinin ülkemize dönmesi yolunda büyük gayretler sarf eden “millî muhalefetimizi” de tebrik ediyoruz. Biliyoruz ki, Neoliberaller dünya çapında organizeli bir şekilde dünya sermayesinin önemli bir kısmını kontrollerinde tutarak, bedavadan paralarına para katıyorlar. Sihirbazlarca uydurdukları fonlar üzerinden kazandıkları gayrimeşrû kapital ile “milletlerin iradelerine müdahale edip” demokrasilerini yerle bir ediyorlar. Sonra da, kaos içindeki halklarına, demokrasi ve hürriyetlerin kendi yardımlarıyla ve ancak “millî devlet ve gelenekleri terk ile “ coğrafyalarına geleceğinin propagandasını yapıyorlar. Geçen otuz-kırk sene içinde yaşadığımız gibi mesele liberal ekonomiyle de kalmadı; yargı, eğitim, sağlık, sosyal devlet ve törelere kadar müdahale devam etti. İşte demokrasi peşindeki muhalefetimizin, bu “demokrasi münafıklarının” rüşvet ve vaatlerinden uzak durmaları için, özellikle “millî muhalefet kelimelerini” kullanıyoruz. Ayrıca bize ait olan millilik, töre, şeriat, ümmet, hürmet, şefkat, hilâfet, nikâh, iffet gibi neoliberallerce kirletilmiş kelimelerimizi temizleyerek eski güzel anlamlarıyla kullanmamız gerekiyor, kanaatindeyiz.