Esasen küllî irade bütün varlık âlemini kapsayan bir sistemdir.
Küllî iradenin koyduğu şeriat kanunları ise insandaki ifrat ve tefrite meyyal olabilen kuvvelere istikameti gösterip onu vasat mertebeye yönlendirip insan için aslolan hürlüğe kavuşturmaktadır. Keza insanın Allah’a kul olmadan hür olması mümkün değildir. Çünkü bütün varlıklara hükmü geçen Zata kulluk ile hakikî manada hürriyete ulaşabiliriz. Zira bu hakikati ispatlayan beyanlarda bulunan Bediüzzaman Hazretleri de meşrûtiyetin (cumhuriyet, demokrasi manasında) kaynağının İslâmiyet olduğunu Münâzarât adlı eserlerinde yaptığı açıklamalarla göstermektedir. Nitekim İslâmiyet’in hakikî insaniyetin doğumuna kaynak olduğunu Asr-ı Saadetteki tablolardan anlamak aşikârdır.
İslâmiyetin açığa çıkmasıyla insaniyetin açığa çıktığını haykıran Bediüzzaman; zulmün, kuvvete dayanan, suistimallere açık yönetimlerin istibdad boyunduruğundan kurtulabilmesi için; şeriatın hakikî mesleği olan meşrû bir meşrûtiyet (demokrasi manasında) hakikatinin yaşatılması gerekliliğini beyan eder. (Divan-ı Harb-i Örfî) Hakikî meşrûtiyetin ise hakikî adalet ve meşveret-i şer’iyeden ibaret olduğunu vurgular. Çünkü “Ve işlerde onlarla istişare et”, “Onların aralarındaki işleri istişare iledir” meallerindeki âyetlerin tecellisi olarak meşveret ve meşrûtiyetin kaynağının şer’i olduğu muhakkaktır.
Ayrıca Üstad Bediüzzaman meşrûtiyet için Münâzarât adlı eserinde şunları beyan etmektedir: “O vücud-u nuranînin kuvvete bedel, hayatı haktır, kalbi marifettir, lisanı muhabbettir, aklı kanundur, şahıs değildir.” (Münâzarât, s. 15) “Evet, meşrûtiyet hakimiyet-i millettir, siz dahi hakim oldunuz. Umum akvamın sebeb-i saadetidir. Siz de saadete gireceksiniz. Bütün eşvak ve hissiyat-ı âliyeyi uyandırır. Uyku bes! Siz de uyanınız. İnsanı hayvanlıktan kurtarır, siz de tam insan olunuz. İslâmiyet’in bahtını, Asya’nın talihini açacaktır.” (Münâzarât, s. 16)
Evet, insaniyetin şahs-ı manevisinin oluşumuna zemin hazırlayan meşveret ve şûrâ; şeriatın bir emri olmakla beraber özünde topluluğun iradesini baz alan fikir hürriyetine kapı açan ve milletin iradesini yönetime yansıtan bir yapıyı sunmaktadır.
Sağlam bir demokratik yapının oluşabilmesi için hak ve adalete dayanan sağlam sistemli yapıların oluşumuna kaynak olacak sağlam karakterli, faziletli bireylerin var olması esastır. İşte bu sebeple faziletlerin kaynağı olan İslâmiyetin öz suyunu damarlarında taşıyan bireylerin varlığı, iyi bir eğitim sisteminin varlığıyla mümkündür. Bu noktada demokratik toplumu oluşturan fazıl cumhur olmadan cumhuriyetin varlığından da söz etmek mümkün olmadığından Cumhuriyetin fazilet ile birbirine bağlı bir sosyal olgu olduğunu; faziletin kaynağının da dinde yani İslâmiyette olduğu yargısının hakikat olduğu açığa çıkmaktadır. Çünkü fazileti; vahyin ve nübüvvetin insanlığa kazandırdığı değişmez bir hakikattir. Binaenaleyh demokratikleşme yönünde atılması gereken ilk adımlar insan odaklı olmalı yani fazilet eğitimi kapsamlı bir zemin hazırlanmalıdır. Zira eğitim ve demokrasi birbiriyle kesişen bir noktada yer almaktadır. Bu sebeple söylenmektedir ki: “eğitimin güçlü olduğu yerde demokrasi; demokrasinin de güçlü olduğu yerde eğitim güçlüdür.” Kısacası demokrasi yaşayan bir olgudur ve insanla ilgili her ortamda yaşatılmalıdır.