Asrın müceddidi olan Üstadımız Bediüzzaman, asrın cazibedar fitnesi ve teknolojiyi menfî şekilde istimal eden şerir güçlerin kurdukları tuzaklar ile; akılları dağıtıp manevî bir divaneliğe, kalpleri dağıtıp manevî bir dinsizliğe ve fikirleri dağıtıp manevî bir ecnebiliğe sebep olan zehirlerine karşılık; ancak Kur’an’ın manevî bir mu’cizesi olan Risale-i Nur eserlerinin, mukavemet edebildiğini Nur Külliyatı’nda defaatle beyan eder.
Evet bu asır dehşetli olmasından dolayıdır ki, Risale-i Nur eserleri ehemmiyetli bir hadisedir. Hem Hz. İmam-ı Ali’nin bizzat Celcelutiye Kasidesi’nde takdir ve tahsinini beyan ettiği bu Risale-i Nur eserlerinin, manevi karanlıkları dağıtacağı müjdesini veriyor. Bununla beraber manevî havanın dünyevilikle, nefisperestlikle bozulduğu bu zaman ve zeminde “Risale-i Nur’u dikkat ve tefekkürle devamlı olarak okuma”nın pek ehemmiyetli bir hakikat olduğu Asa-yı Musa’da zikredilmektedir. Çünkü insandaki şerir madenleri aktif etmek için çalışan zındık komiteler dimağ ve kalplere üflediği zehirlerle (içerisinde pek çok tuzaklı oyunlar kurduğu gayr-i şerî film, müzik, gıda, giyim..vs ile) beşeri yoldan çıkartmaya hırs ve gayretle çalışmaktadır.
İşte bu dehşetli cereyana karşı sarsılmaz muhkem surlara sığınmak için Nur hazinelerindeki engin iman deryalarına dalmak elzemdir. Şuâlar’da Asa-yı Musa’nin dalâlet ve şirkin sihirlerini iptal ettiği yönüne vurgu yapılmaktadır. Zira Asa-yı Musa pek çok imanî hakikatin izah edildiği risaleleri içerisinde barındırmaktadır. Bunlardan bir kısmı Âyet-ül Kübra Risalesi, Tabiat Risalesi, Haşir Risalesi, Meyve Risalesi, vs... gibi her biri bir iman güneşi olan eserlerdir. Asa-yı Musa’nın lügat manası cihetiyle baktığımızda Mûsâ’nın (a.s.) Asâsı manası olduğunu biliyoruz elbet. Ancak neden bu eser böyle isimlendirilmiştir? Çünkü kâfir sihirbâzları Cenâb-ı Hakk’ın izniyle mağlûb eden ve taşa vurduğunda hemen Cenâb-ı Hakk’ın izni ile su çıkaran Hz. Mûsâ’nın (as.) mu’cizeli değneğine ve onun o mucizesine bir teşbih olarak, her bir zerrede ve her şeyde Allah’ın (cc) varlığını, birliğini ve kudsî sıfatlarını isbat ederek imân âb-ı hayatını gösteren ve bununla kâfirleri mağlûb eden, ehl-i mekteb ve ehl-i felsefeye çok lüzumu bulunan bir Risale-i Nur eseri olması cihetiyle böyle isimlendirilmiştir.
Velhasıl-ı kelâm, bu hakikati anlatan Mesnevî-i Nuriye’den bir iktibasla sözümüzü hitama erdirelim: “Kur’ân’dan tavr-ı kalbe ilham edilen Asâ-yı Musa gibi, mânevi bir asâ ihsan edilmiştir. Bu asâ ile, kitab-ı kâinatın herhangi bir zerresine vurulursa, derhâl mâ-i hayat çıkar. Çünkü, müessir ancak eserde görünebilir. Mânevî asansör hükmünde olan murâkabeler ile mâ-i hayatı bulmak pek müşküldür. Vesaite lüzum gösteren ehl-i nazar ise, etraf-ı âlemi arşa kadar gezmeleri lâzımdır. Ve o uzun mesâfede hücum eden vesveselere, vehimlere, şeytanlara mağlûb olup caddeden çıkmamak için, pekçok bürhanlar, alâmetler, nişanlar lâzımdır ki yolu şaşırtmasınlar.”