Önceki iki şerh çalışmamızda nefsin benliği sürükleyen tuzaklarından bahsetmiştik, Şimdi de nefisperestlik hastalığının tedavi yolları üzerinde biraz duralım:
Yirmi Dördüncü Söz’ün Beşince Dal’ının Birinci Meyvesi’nde, nefisperestliğin tedavi yolu gösteriliyor. Bu meyveden aldığımız dersle anlıyoruz ki; insan nefsi, kusurlu, fakir ve aciz olduğundan, sevginin sebepleri olan kemal, menfaat, lezzet ve hayır gibi şeylere gerçek anlamda sahip değil. İnsan kendini bunlara sahip zannediyor. Öyleyse insanın kendi nefsini, mabuda lâyık bir şekilde sevmesi ve onun emrine girmesi elbetteki doğru değil.
Çünkü nefs-i emmare, insanı kötülüklere sürüklediği, kötülükler de insanı Cehenneme götürmeye sebep olduğu için insanın düşmanı hükmünde. İnsan gerçekten kendini seviyorsa, kendini Cehenneme sürükleyecek, dünya ve ahiret mutluluğundan uzaklaştıracak nefs-i emmareden kurtarmaya çalışması gerekiyor ve “büyük cihadın” bilinci içinde nefisle her an mücahedeye devam etmek önemini koruyor. Nefis levvameden, mutmainne mertebesine çıktıktan sonra, onu tekrar kötülükleri isteyen bir konuma, “emmare” konumuna düşmekten korumaya çalışmak gerekiyor. İşte bu korumaya çalışmanın adı ise Risale-i Nur’da “mutmainne olan nefse şefkat etmek”tir. Binaenaleyh Üstad Hazretleri, bu noktayı detaylı hatlarla izah etmiştir ki; nefs-i emmareye sevgi, onu ilahlaştırmakta, mutmainne olmuş nefse şefkat ise onu şirkten, imansızlıktan, günahlara girmekten korumaktadır.
Nur’ların menfezlerinde yaptığımız tefekkürlerle anlıyoruz ki; Nefsin Rabbini tanımama durumu ve firavunâne bir şekilde kendine rububiyet vermek isteyen damarı nefse ne kadar azap çektirilse çektirilsin insanda kalmaktadır, fakat açlıkla o damar kırılmaktadır. Ramazan-ı Şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurup, kırarak, insana; aczini, zaafını, fakrını göstermekte ve abd olduğunu bildirmektedir.1 Hem insan nefsinin acziyetini, fakriyetini görüp, kusurlu olduğunu kabul edip, kusurunu itiraf ederse, Cenâb-ı Hak’tan affını isteyebilir hale gelebilir. Ve İstiğfar eden kişi, istiğfarıyla ve duâsıyla Rabbine sığınarak şeytanın şerrinden kurtulabilir. Ancak kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ancak kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar ve eğer, kusurunu itiraf ederse, Cenâb-ı Hakk’ın affına mazhar olabilir. Bu sebepledir ki Nur mesleğinin birinci hatvesinde ’Nefislerinizi temize çıkarmayın’ (Necm, 32) âyetinin rehberliğinde acz kanadıyla ubudiyetle dergâh-ı İlâhiye yol alınmasının elzemiyeti vurgulanıyor.
Şerh çalışmalarınızı mail adresimize gönderebilirsiniz.
Dipnot:
1- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, s. 393.