"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Cennetten gelen rahmet

Sebahattin YAŞAR
14 Temmuz 2024, Pazar 00:10
Nil nehri için Bediüzzaman, "Nil-i mübarek" diyor. Her gün cennetten bereketli damlaların dahil olduğu nehirleri sayarken Dicle, Fırat ve Nil nehrini de sayar. Nil, bir bereket kaynağı olarak akmaya devam ediyor.

GEZİ: Bediüzzaman’ın tarifiyle İslamiyetin zeki bir mahdumu (evladı): Mısır
Sebahattin YAŞAR - 7
[email protected]

Ölü şehirler ve sakinleri

Şehrin önemli bir kısmı mezarlık olarak ifade edebileceğimiz ölü şehirlerden oluşuyor. Buradaki mezarlıklar küçük küçük odalar şeklinde ve bakımsız. Bu odalara da evsizler yerleşmişler. Böylece ölü şehirler ve sakinleri ortaya çıkmış. Ve bu bahsedilenler ciddi bir kalabalık oluşturmuş. Burada ayrı bir yaşam alanı meydana gelmiş. Bir o kadar da metruk ve emniyetsiz. Şehrin bu bölgelerine bakıldığında kimsenin şehrin bu bölgeleriyle ilgilenmediği, politika üretmediği izlenimini veriyor. Bir anlamda milyonları bulan sahipsiz insanlar buralarda, zor şartlarda hayat sürmeye devam ediyor.

**

Nil-i Mübarek, Cennetten gelen rahmet

Nil nehri için Bediüzzaman, Nil-i mübarek diyor. Her gün cennetten bereketli damlaların dahil olduğu nehirleri sayarken Dicle, Fırat ve Nil nehrini de sayar.

Çöl ortamında bir bereket kaynağı olarak rahmetten gelen Nil, bu coğrafyada hayatın, üretimin kaynağı oluyor. Meyveler, sebzelerle bu coğrafya adeta hayat buluyor. Diğer taraftan Kahire şehrini ikiye bölen Nil nehri, hem taşımacılığın hem de yolcu gemileriyle, sandallarla gezi amaçlı kullanmanın da kaynağı. Nil nehrinde küçük sandallarla tur yapmak oldukça zevkli. Tabii Nil timsahlarının da meşhur olduğunu unutmamak şartıyla. Düşünün ki, çöl ortasında bir nehirdesiniz. İnsanların büyük çoğunluğunun yaşadığı mekanlar da zaten Nil çevresi. Düşündürücü olan ise, şehir merkezinden geçen Nil çevresinin özensiz hali. Yani şehrinizin ortasından Nil gibi bir nehir geçecek ve siz bu nimeti çok yönlü değerlendirmeyeceksiniz. Olacak şey değil. Daha doğrusu görünen o ki, ülke yöneticilerinin ülkenin kalkınması, gelişmesi, çevre düzenlemesi gibi bir derdi yok. Zaten seçim diye bir kaygı da olmayınca o zaman politika geliştirmek, proje üretmek diye bir kaygı da olmuyor. Dikta ülkesine olan katkısı bu coğrafyalardaki gibi değil. Buralardaki diktalar halkın sırtından geçinen bir ur özelliği taşıyor. Böylece hürriyetin olmadığı yerde gelişme de ilerleme de olmuyor. Nil anlatımından bakın zihin nerelere gidiyor, çünkü bu kadar güzel nimetlerin değerlendirilememesi karşısında insan üzülüyor. Aynı imkanların Avrupa’da nasıl değerlendirildiğini görünce, diktatörlüğe, baskı rejimlerine kahretmemek olmuyor.


Ezher Üniversitesi’nde de günümüzde Endonezya, Malezya, Fas, Tunus, Türkiye gibi ülkelerden talebeler gelip burada özellikle dini eğitimlerini tamamlayarak Kur’an-ı Kerim’in kıraatı ve aynı zamanda hadis, fıkıh, kelam gibi ilimler öğrenerek ülkelerine dönüp hizmet vermektedirler. 

El-Ezher Camii ve Üniversitesi

Ezher Camii ve Üniversitesi, İslam dünyasında tarih boyunca pek çok talebe yetiştirmiş, kendi içinde bir ekol haline gelmiş bir eğitim kurumu. Şark’ın Oxford’u tanımlaması yapılması boşuna değildir. Tabi edinilen bilgilerde görülen o ki, tarih içerisinde bu yapıda pek çok değişiklikler, yenilikler meydana gelmiş. Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde Şark’ı ayağa kaldıracak bir eğitim projesi olan, din ilimleri ile fen bilimlerinin birlikte okutulacağı Medresetüzzehra eğitim kurumunu, Ezher ile ele alması ve onun bir nümunesi olarak ifade etmesi özellikle dikkate alınması gereken bir durum. İslam toplumları ancak böyle iki kanatlı eğitimle geleceğe uçabilir. Burada verilecek eğitim genişçe bir İslam coğrafyasını ilgilendireceğinden farklı farklı ülkelerden gelecek talebeler burada eğitimlerini gördükten sonra memleketlerine dönecek ve böylece milyonlarca Müslüman ortak bir eğitim çatısı altında, birbirlerinden haberdar olmuş bir vaziyette, birlik ve beraberlik ruhu içerisinde maddi ve manevi gelişmelerin temeli atılmış olacaktır.

Ezher Üniversitesi’nde de günümüzde Endonezya, Malezya, Fas, Tunus, Türkiye gibi ülkelerden talebeler gelip burada özellikle dini eğitimlerini tamamlayarak Kur’an-ı Kerim’in kıraatı ve aynı zamanda hadis, fıkıh, kelam gibi ilimler öğrenerek ülkelerine dönüp hizmet vermektedirler. Ezher, çevresinde pek çok medrese ile bir eğitim ortamına dönüşmüş bir kurumdur. Türkiye’den de pek çok talebe zaman içinde Ezher’den eğitim almış ve yetişmiş bir hoca olarak kendine has bir ekol halinde bir eğitim geleneği sürdürmektedir. Bu kıraat noktasında veya hadis noktasında iyi yetişmiş insan anlamındadır. Tabi dikkate alınması gereken nokta ise, radikal İslam unsurlarının, siyasallaşmış düşüncelerin bu tür eğitim ortamına karıştırılmamasıdır. El-Ezher Üniversitesi (Arapça: الأزهر جامعة, Camiat’ül-Ezheri), 975 yılından itibaren Kahire, Mısır’da İslam İlimleri ve fen bilimleri üzerine eğitim veren üniversitedir. Mısır’ın en eski lisans veren üniversitesidir ve “Sünni İslam’ın en prestijli üniversitesi” olarak ünlenmiştir. Bir “İslam üniversitesi” olması nedeniyle üniversitenin yöneticisi “Şeyh” olarak anılır. Yüksek öğrenimin yanı sıra, El-Ezher yaklaşık iki milyon öğrencisi olan ulusal bir okul ağını da yönetmektedir. (Wikipedia) 1996 yılında Mısır’da 4000’den fazla öğretim enstitüsü üniversiteye bağlıydı. 970 veya 972’de Fatımîler tarafından İslami eğitim verilmesi amacıyla kurulmuş. dünyadaki ilk üniversitelerden biridir ve Arap dünyasında müfredatı dini ilimlerin yanı sıra pozitif ilimlerden de oluşan dersler de dahil olmak üzere modern bir üniversite olarak ayakta kalabilen tek kurumdur. Bugün dünyadaki Arap edebiyatının ve İslamı öğrenmenin ana merkezidir. (Wikipedia) 1961’de müfredatına ilave olarak dini olmayan konular da eklenmiştir.

Akboğaviyye Medresesi. Bâbülmüzeyyinîn’in solunda bulunan medrese, buranın holüne açılan giriş kapısı üstündeki kitâbesine göre 739 (1338-39) yılında Emîr Alâeddin Akboğa Abdülvâhid tarafından Şâfiî ve Hanefî fıkhının okutulması için tanınmış mimar İbnü’s-Süyûfî’ye yaptırılmıştır. Zamanla yıkılarak yok olmaya yüz tutan ve sadece Akboğaviyye revakı adıyla anılan medrese, yine Osmanlılar zamanında Abdurrahman Kethüdâ’nın gayretiyle ihya edilmiştir.

Cevheriyye Medresesi. Ezher’in bir külliye halinde gelişmesini tamamlayan mimari birimlerden biri de Cevheriyye Medresesi’dir. Sultan Eşref Barsbay’ın hazinedarı Cevher Kanıkbay tarafından yaptırıldığı için (844/1440) onun adıyla anılan bu küçük ve iki katlı medrese, Ezher’in Fâtımî devrine ait mihrabının solundaki küçük kapı (bâbüssır) yanından camiye bitişik olarak inşa edilmiştir.

Osmanlı Dönemi. Eski ve yeni müelliflerin hemen hepsinin verdikleri bilgilerden, Osmanlı döneminin Ezher Külliyesinin en parlak devirlerinden biri olduğunu çıkarmak mümkündür.

Bugün Ezher, etrafında zamanla teşekkül etmiş on üç mahallenin (Hârâtü’l-Ezher) ortasında on üç mihrabı, biri yıkılmış altı minaresi, irili ufaklı dokuz kapısı, civarında yaptırılmış olan havuzlu altı hamamı, üç abdest alma mahalli, altı sarnıcı, ana yapısı etrafında yer alan üç müstakil medresesi ve yirmi dokuz revakı ile İslâm dünyasının 1000 yıldan beri görev yapan en eski öğretim kurumu ve en önemli külliyelerinden biri olarak geçirdiği eski canlı ve şaşaalı günlerini geride bırakmış ve daha çok ibadethâne hüviyetine dönmüş durumdadır. (İslam Ansiklopedisi, Ezher)

Hazret-i Hüseyin Camii

Hüseyin Cami, Mısır’ın Kahire kentinde bulunan tarihi bir yapıdır. Tarihi yapı, meşhur Han El-Halili çarşısının yakınında bulunmaktadır. Burası Mısır’ın en kutsal İslami yerlerinden birisi kabul edilmektedir. Bazı şii Müslümanlar, Hz. Hüseyin’in bedeninin bir parçasının cami arazisinde yer alan türbede gömülü olduğuna inanmaktadır. Tarihi yapı, Memlükler döneminde minare eklenerek cami görünümüne kavuşmuştur.

Hz. Hüseyin Camiine girince kendimizi Medine’de hissettik. Peygamberimizin torunu olması vesilesiyle Medine tarzı bir hava hissedilmektedir. Mısır halkı ve dışarıdan gelenler buraya ciddi ilgi göstermekteler. Türbe içerisinde insanlar dua edip, Kur’an-ı Kerim okumaktalar. Caminin çarşı merkezinde olması uğramayı ve ziyareti kolaylaştırıyor.

Sultan Hasan Camii ve Medresesi Sultan Hasan Camii ve Medresesi, Kahire’de bir cami, medrese ve türbeden oluşan bir külliyedir. Yapıda dört eyvanlı plan uygulanmıştır. Ana eyvanın mescit olarak kullanıldığı yapıya Sultan Hasan’ın Türbesi birleştirilmiş, önünden geçen yola uyum sağlaması için portalın bulunduğu cephe eğimli yapılmıştır. Planı ve portalı Selçuklu etkisindedir. Portalın yanında bulunan çifte minareler Erzurum ve Sivas’ta yer alan çifte minareli Anadolu Selçuklu medreselerine benzerliği ile dikkat çeker.

Cami-medrese ve türbeden oluşmaktadır. Mehmed Ali Meydanı’nda Kal‘atülcebel’in Bâbülazb adlı kapısının karşısında yer alan yapının inşasına 757 (1356) yılında başlanmış ve 762’de (1361) yapımı ana hatlarıyla tamamlanmışsa da sultanın aynı yıl öldürülmesi yüzünden yarım kalan çalışmalar Sâdeddin Beşîr el-Câmedâr tarafından 764 (1363) yılına kadar sürdürülmüştür. Yapının önemli kısmı Sultan Hasan hayattayken tamamlandığı için 760’ta (1359) bir vakfiye düzenlenip açılışı yapılmıştır.

Cami ve medresenin birlikteliği bu mekanlara daha ayrı bir hususiyet kazandırmaktadır. Hem ibadet mahalli hem de eğitim ortamı olması, bu iki önemli unsurun iç içe olması, burada yetişecek talebelerin ilim ile ibadetin birlikteliğini sağlamak noktasında önemlidir.

Âbidevî ölçülerde inşa edilmiş olan yapı kale gibi teşkilâtlandırılmış mimari hususiyetleri sebebiyle değişik ayaklanmalar ve çatışmalarda aktif rol oynamıştır. Sarayın bulunduğu kaleyle yakınlığının da bu hususta rolü olmuştur.

Külliyenin çeşitli bölümlerinde renkli mermer kaplamalarla teşkil edilen tezyinatın zenginliği göz doldurmaktadır. Bu bölümler dışında külliyenin en zengin süslemeleri kıble eyvanıdır. Mermer tezyinatın sık olarak kullanılmış bulunduğu külliyenin renkli taş süslemeli mihrabı ve minberi mermerden olup İslâm âleminin olduğu kadar Memlük sanatının da en güzel örnekleri arasında yer almaktadır. Külliyenin bazı bölümlerinde mevcut bronz kapılar Sultan Hasan devrinden kalma olup altın ve gümüş dolgularla tezyin edilen bu kapılar üzerinde Sultan Hasan’ın ismine ve unvanlarına rastlanmaktadır. Camiden gelme çok sayıdaki cam kandil ve bronz şamdan Kahire’deki İslâm Eserleri Müzesi’nde saklanmaktadır.

İnsan doğrusu böyle harika mimari yapıların arasında gezerken, ecdadıyla, Müslüman kimliği ile iftihar ediyor. Tarih içerisinde nice büyük şahsiyetlerin yetişmiş ve eser bırakmış olduklarını görünce de bu İslam ihtişamının yakın gelecekte de hüküm süreceğine olan inancı artıyor. 

- DEVAMI YARIN -

Okunma Sayısı: 3802
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı