29 Ağustos 2011, Pazartesi
Bir Cuma günü, Cuma namazı kılmak üzere, caminin avlusunda betona serilmiş bir kilim üzerinde namaz için bekliyoruz.
Hutbe okunuyor. Hocayı duymuyoruz. Evet, belki de çok önemli şeyler söylüyor, tam bir nasihat çekiyor, ama bize gelmiyor cümleler.
Sadece belli belirsiz kelimeler olarak anlayamadığımız sesler duyuyoruz.
Cuma’da, hutbe dinlemenin farz olduğunu dikkate aldığımızda bizim Cuma namazı sanki biraz sakata gidiyor gibi.
Böyle düşününce bir kez daha kulak kabartıyorum hocayı duymak için.
Cami hocası da, cami/camia arkadaşım olduğundan, ses tonundan ne demek istediğini anlayabiliyorum. Böylece sanki işi kurtarıyoruz gibi.
Tam böyle bir düşünce yoğunluğu içerisinde iken, güneşte iyice varlığını hissettirdiği bir hengâmede, tam da başımızı secdeye koyacağımız yerde bir karınca çıktı piyasaya.
Karıncanın yürüyüşünden bir telâş içerisinde olduğu anlaşılıyordu.
Bir sağa, bir sola hamleler yaparak ilerlemeye çalışıyordu.
O sırada ben ona yardımcı olmak için, yani üzerinde oturduğumuz halının bir tarafından diğer tarafa geçebilmesi için, onu, ağaçtan düşmüş, kurumuş yaprağa birazda zorla (gibi) bindirdim.
Kastım gideceği yere gitmesine yardımcı olmak.
Nereden bileyim bana karıncanın kafa tutacağını.
Karınca, zorlanarak bindiği yapraktan ineceği yere çıkmadı.
Gözüm, gönlüm yaprağa bindirdiğim karıncada kaldı. Onu düşünür hale geldim. Tabiî böyle olunca, hoca gündemden yine düştü.
Ya Rabbim, bir namazda öncesi ve sonrasıyla ne çok zihinsel gündem oluşuyor insanda. Nereden geliyor bu kadar yoğunluk, neden geliyor anlaşılır değil. Neyse, bizim karınca çıktı yerinden.
Ve benim ona yardım olsun diye koyduğum yerden tekrar kaldırdığım yere dönüyor. Birkaç hamle ile gideceği yere sürüklemek istedimse de, bu gerçekleşmedi.
Ve gerçekten benim müdahalemin olduğu yere geri geldi. Oradan tekrar hedefe yöneldi. Kendimin, namaz öncesindeki oturumda, bir karıncanın programını nasıl bozduğuma hükmettim.
Yine kendi kendime, ‘Oğlum işine baksana, ne karışıyorsun karıncanın gideceği yere, yapacağı işlere’ diyerek, yine bir kez daha toparlamaya çalıştım kendimi.
Bu sefer, bizim karınca, benim önümde olan, ama iki yan tarafta bulunan saftaki bir çocuğun, arka tarafına dayanak olsun diye koyduğu elinin üzerine çıktı ve orada gezinmeye başladı.
Fakat korktum ki, çocuk, elinin üzerinde gezinen karıncanın verdiği kaşıntı dolayısıyla bir tokat savurur ve karıncayı feci yaralar. Ve korktuğum da karıncanın başına geldi.
Karınca açısından kocaman bir varlık olan çocuktan bir Osmanlı şamarı geldi ki, her şey bir anda alt-üst oldu. Karınca neye uğradığını şaşırdı. Tabi kol, kanat epeyce bir hasar gördü.
Neyse ki, kıpırdayabiliyor. Şöyle birkaç hamle yaparak, kendini toparlamaya çalıştı. Biraz da hiçbir şey olmadı havası atmaya kalktı. Ama daha kötü bir şey oldu ki çocuk onu fark etti. Oturduğu yerden geriye doğru dönerek, bu sefer karınca ile daha yakından ilgilenmeye başladı. Bu pek iyiye alâmet değildi.
Neyse, çocuk grayder kepçesi gibi bir darbe gönderip, karıncanın hayatına son vermedi. Baktım daha yakından ilgilendi. Ama o da fark etti ki, ilk darbede, ayaklardan ve kuyruk tarafından yaralanma meydana geldi.
Çocuk yine güzel bir düşünce ile ‘Buralardan uzaklaş hadi, biraz sonra namaza kalkılacak, ezilirsin alimallah’ dercesine, elinin dışıyla, incitmek istemeyen bir eda ile karıncayı sürüklemek istedi. Ama bu ne biçim bir iştir ki, karınca gidiyor tekrar geri geliyor. Çocuk da anlayamadı olup bitenleri. Yani o da karıncaya iyilik yapmak istiyordu. Ama gelişmeler istediği gibi değildi.
Derken, Cuma namazının farzını kılmak üzere müezzinden işaretler gelmeye başlamıştı.
Bizim karınca, günün başına gelenlerini değerlendirmek üzere, geldiği yere geri dönmeye karar verdi. Belli ki biraz da başına gelenlerden sonra bugünkü yapılacak işleri iptal etti. Yaralarını sarmaya ve tekrar eski gücüne ulaşmaya çalışacak anlaşılan.
Namaza kalktığımızda, niyet edinceye kadar, benim zihnimde hâlâ o karıncanın nereye gidiyor olduğu vardı. Bu gün kim bilir hangi işler geri kaldı? Karınca yuvaya döndüğünde kim bilir ona ne diyecekler? Kim bilir karınca da ne gibi mazeretler sunacak onlara? Zavallı karınca…
***
Bütün bu olup biten büyük hadiseler, bir karıncanın nereye gidiyor olduğunu merak ile başladı. Ama kesinlikle karıncaya müdahalenin altında karıncaya yardımcı olmak vardı.
Demek ki, bir şey yaparken sadece iyi niyet taşımak yeterli değilmiş.
Sonra kendi kendime, ‘Sen ne karışıyorsun karıncanın nereye gidiyor olduğuna, sen kendi gidiyor olduğun yerle ilgilensene…’ demekten kendimi alamadım. Bak görüyorsun, namaz bir tarafa savruldu, karınca bir tarafa…
Bütün bu savrulmalar, kendi gidiyor olduğun yeri düşünmemek sonucu ortaya çıktı. Oysa ben Cuma namazına gitmiştim. Ama şimdi bakın neredeyim?
Anladım, kendi gidiyor olduğu yere karar vermemiş olanların, başka mahlûkların gidiyor olduğu yere karışma hakları yoktur.
Oysa karınca nereye gidiyor olduğunu biliyordu. Babam küçükken, ‘Hiçbir karınca yolunu şaşırmaz.’ demişti. Zavallı ben…
Okunma Sayısı: 3993
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.