Yeni Zelanda Başbakanının ülkesindeki camilere yapılan terör saldırısına karşı gösterdiği tepki ve samimî tavırları dünyanın dikkatini çekti.
Teröristin amacına hizmet etmemek için adını dahi ağzına almaması, Müslümanların taziyesine fıtrî ve insanî duygularla gitmesi olumlu bulundu. Taziyede nezaketen başörtüsü takması takdir ve tebrikler kazandı.
Müslümanları, Müslümanların selâmı olan ‘Selâmün aleyküm’ ile karşılaması ne kadar güzeldi. Meclislerinde Kur’ân-ı Kerîm okunması ne kadar manidardı. Milletvekillerinin hürmeten Kur’ân’ı ayakta dinlemesi ne kadar fıtrî. Müslümanlara, ‘yanınızdayız’ mesajı ne kadar insanî.
Bu elim hadise, dünyanın hakperest insanlarını uyandırdı. Pek çok ülkede camilere çiçekli mesajlar bıraktılar, bırakıyorlar.
‘Selâmün aleyküm’ selâmı, bir kez daha bizim dünyamıza girdi.
Allah’ın selâmını ‘vermek, almak, yaymak’ imtihanımızı hatırladık. Başkaları bizim selâmımızı biliyor, Kur’ân’ımızı biliyor, başörtümüzü biliyor; biz ise herkesin bildiği saygın kültürümüzü iftiharla taşıyamıyoruz.
Müslümanlar arasında ‘Selâmün aleyküm’ çok rahat kullanılamıyor. Selâmı aramızda yayamıyoruz. Tanımadıklarımıza değil, tanıdıklarımıza bile düzgün selâm veremiyoruz.
Neden böyleyiz? Neden kimliğimizin gereğini yerine getirmiyoruz?
“Merhaba”lar, “günaydın”lar selâmın yerini ne kadar tutar?
Ev, iş ve eğitim ortamlarımızda “Selâmün aleyküm” ne kadar yaygın?
İslâm kültürünü yaşayamayınca da kendimizi Müslüman gibi hissedemiyoruz. Selâm dilimize yakışmıyor, bu da bize yakışmıyor.
Başbakan Ardern, insanın fıtrî ihtiyaçlarını hatırlattı bana.