İnsanı diğer canlılardan ayıran ve en belirgin farklardan birisi de, eşyaya ve olaylara anlamak ve analiz yapmak için dikkatle bakmasıdır.
Bu anlamda nazar, göz atmak, mülâhaza etmek, düşünerek bakmak anlamlarına gelir. Nazar ve dikkat ise, birbirinden ayrılmayan ikilidir.
Dürbünle bakmak, keskin nazarla bakmak ve gönül gözüyle bakmak gibi nazarın muhtelif çeşitleri vardır. Allah Resulü (asm) “Müminin ferasetinden korkunuz. Çünkü o, Allah’ın nuruyla bakar.” Hadis-i şerifi önemli bir noktaya dikkat çekiyor. Feraset kelimesi, zihin açıklığı, çabuk sezme ve kavrama anlamına gelir.
Nazar değmesi haktır. Haset gözüyle bakan bir kısım insanların nazarı değer. Onun için atalarımız “Nazar, deveyi kazana, insanı mezara sokar.” demişlerdir. Ancak, “Maşaallah” kelâmı nazar değmesini önler.
Cenab-ı Hak, nice Kur’an ayetlerinde insanların bakar kör hükmünde olduğunu belirterek, onları dikkat ve ibretle varlıklara bakmaya dâvet ediyor. “Sen onları bakar görürsün. Hâlbuki onlar görmezler.” (A’raf Suresi: 198) “Göklerde ve yerde nice ayet ve deliller vardır ki, insanlar onlara uğrar, yüz çevirerek geçer giderler.” (Yusuf Suresi: 10) “Onlar, üstlerindeki göğü nasıl yapmışız, süslemişizdir bir bakmazlar mı? Onda hiçbir çatlak da yoktur. “Bakmıyorlar mı o develere, nasıl yaratmışız? Göğe bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiş? Bakmıyorlar mı dağlara, nasıl dikilmiş? Yere bakmıyorlar mı, nasıl yayılmış, yaşamaya elverişli hâle getirilmiş? (Gaşiye Suresi: 17-18-19-20)
Kur’an ayetlerinin bu ikazlarından anlaşılıyor ki, her şeye dikkatle, ibret ve hikmet gözüyle bakılması gerekiyor. O zaman, akıl ve basiret gözü her şeyi çok net ve berrak olarak görür.
“Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde dört kelime ile dört kelâm öğrendim. Kelimelerden maksat: Mânâ-yı harfi, mânâ-ı ismi, niyet, nazardır. Şöyle ki: Cenab-ı Hakkın masivasına (yani kâinata) mânâ-yı harfiyle ve Onun hesabına bakmak lâzımdır. Mânâ-yı ismiyle ve esbap (sebepler) hesabına bakmak hatadır.” (Mesnevi-i Nuriye s. 84) diyen Bediüzzaman, her şeye mânâ-yı harfiyle ve Allah hesabına bakıyor ve baktırıyor.
İnsanların büyük çoğunluğu zahire müptelâdır. Bu yüzden hataya düşerler. “Onlar, sadece dünya hayatının dış yüzünü bilirler” (Rum Suresi: 7) Ayeti bu hakikati haber verir. Hâlbuki pencereye bakmakla, pencereden bakmak aynı şey değildir. Pencereye bakan kişi, camda olanları görür. Pencereden bakan kimse ise, camın arkasından görünen güzellikleri görür. Allah’ın yarattığı varlıklar pencere gibidir. Onlara ibret ve hikmet gözüyle bakarak Sanatkârını görmeli ve onlarda tecelli eden Allah’ın güzel isimlerinin yansımaları seyredilmelidir.
“Şu misafirhane-i dünyaya nazar-ı hikmetle baksan, hiçbir şeyi nizamsız, gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin” (Sözler s. 276 ) diyen Bediüzzaman, iki bakış arasındaki farkı ortaya koyuyor.
Hedefe giden yolda dikkatin önemi çok büyüktür. Güneş ışığının mercekte toplanması gibi, dikkat de bir noktaya odaklanmalıdır. Her şeye dikkatli bir nazarla bakılmalı ve dikkat istenilen noktaya yoğunlaştırılmalıdır. Bu maksatla Cenab-ı Hak, nice ayetlerinde insanları dikkate davet ediyor. Ülfet ve gaflet perdelerini öyle ayetlerle paramparça ediyor.
Bu arada, bozgunculara da dikkat etmemizi istiyor. Bakara Suresi 11. ve 12. Ayetler buna bir örnektir: “Onlara ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın!’ denildiği zaman “Biz ancak ıslah ediciyiz.’derler. Dikkat edin! Asıl bozguncu onlardır fakat farkında değillerdir.”
Cenab-ı Hak, bu hakikatler çerçevesinde hayatımızı geçirmeyi hepimize nasip etsin, âmin.