Osmanlı devletinin padişahı Yavuz Sultam Selim’in İslâm birliğini kurmasından itibaren, dört yüz yıl boyunca Osmanlılar tarafından idare edilen Arabistan Yarımadası, 1. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı devletinin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra, diğer orta doğu devletleri gibi zamanla Suudî Arabistan da bağımsızlığını kazandı.
Abdülaziz bin Abdurrahman el Suud tarafından 1932 yılında Suudî Arabistan krallığı kuruldu. 09 Kasım 1953 yılına kadar ülkeyi idare etti. Arada bulunan altı kralın yönetiminden sonra, şimdi 7. Kral olarak Selman bin Abdülaziz el Suud bulunmaktadır. Yerine veliahd olarak tayin edilen Muhammed bin Selman başbakan olarak ülkeyi yönetmeye devam ediyor.
Arap Yarımadasının en büyük devleti olan Suudî Arabistan krallığının komşu devletleri Ürdün, Irak, Kuveyt, Katar, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman ve yemen devletleridir. Doğuda Basra Körfezi ve batıda da Kızıldeniz tarafından çevrilidir.
Yaklaşık otuz milyon nüfusa sahip olan bu ülke, 13 bölgeden meydana gelmiştir. Başkenti Riyad şehridir ve sekiz buçuk milyon nüfusu vardır. Mekke şehri 8,8 milyon, Medine şehri ise, 2,5 milyon nüfusa sahiptir.
Dünya sıralamasında ekonomik büyüklük bakımından sanayisi olmadığı hâlde, petrol zengini olan ülkelerden olduğu için 18. sırada bulunmaktadır. Halkı ise genel olarak, Sünnî Müslümandır ve Vehhâbilik meşrebi hâkimdir. Beş vakit namazlarına çok dikkat eden bir toplumdur.
Şiîlerin evliyalara karşı ifrat hürmetlerine karşı, tefrit yaparak türbelerini tahrip etmeleri çok dikkat çekmiştir. Bu hususta Büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Hazretleri şu tespitleri yapmaktadır: “Vehhâbîler namaza çok dikkat ediyorlar. Şeriatın ahkâmına tatbik-i harekete çalışıyorlar. Başkaları gibi lâkaytlık etmiyorlar. Güya dinin taassubu namına tecavüz [türbelere] ediyorlar. Başkaları gibi dinin ehemmiyetsizliğine binaen şeair-i diniyeyi tahrip etmiyorlar. Hem Vehhâbîlik az bir fırkadır. Koca âlem-i İslâmın havz-ı kebiri içinde ya erir, ya itidale gelir; çünkü menbaı hariçte değil ki, âlem-i İslâmı bulandırsın. Menbaı hariçte olsaydı, çok düşündürecekti…”1
Evet, Suudî Arabistan Mekke ve Medine gibi kutsal şehirleri içinde barındırdığı için, âlem-i İslâm’ın bir nevi manevî merkezi hükmündedir. Hac ve Umre ibadetleri için bütün dünya Müslümanları oraya gitmektedir. Bu ibadetler, Müslümanların manevî birlik ve beraberliği için büyük bir nimettir. Bu durum kıyamete kadar da devam edecektir.
Şimdi, bütün orta doğu Müslüman devletleri gibi, Suudî Arabistan da çok büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır. Zira, Amerika ve Batılı devletlerin desteğini arkasına alan İsrail, hükmü çoktan Kur’ân-ı Kerîm ile ortadan kaldırılmış ve içine uydurma çok ayetler sokulmuş Tevrat ile vaad edilmiş topraklar masalı ve Büyük İsrail Devleti saçmalığıyla orta doğu Müslüman devletlerini karıştırmaya ve yutmaya çalışıyor. Nil’den Fırat nehrine kadar Tanrı bu toprakları bize vaad etmiş diye Suudî Arabistan’ın kuzey bölgelerini tamamen almak iddiasında bulunuyor. Bu saçmalığa kimsenin razı olması mümkün değildir.
Amerika ve Batılı devletlerin orta doğudaki var olan başta petrol olmak üzere, her türlü doğal kaynaklarına çökmek arzusu ve İsrail devletini Müslüman devletlere saldırtarak sınırsız para ve silâh desteğinde bulunmaları, gerçekten çok ürkütücü bir durum. Bunlar bize dokunmaz diye bir şey yok. Gazze ve Filistin’den başlayıp, şimdi Lübnan üzerinden sırayla hedeflerine doğru yürüyorlar.
Bu dehşetli durum, Türkiye dahil bütün orta doğu devletlerini sıkıntıya sokacak. Bu dehşetli belâ ve musibetle baş etmenin bir tek çaresi görünüyor. O da, bir önce İslâm birliğini kurmaktır. Zira, hiçbir devletin tek başına bunlarla başa çıkması mümkün görünmüyor. Suudî Arabistan’ın bu büyük tehlikeyi yakından gördüğüne eminiz. Bu hususta bir an bile durmadan harekete geçmek lâzımdır. Yarın çok geç olabilir.
Dipnotlar:
1 Mektubat s. 623.