verdi. Hem, ayn kfllada bir oday cami yaptk; ben
imamlk yapyordum. Hiç müdahale etmediler, ihtilâttan
menetmediler, beni muhabereden kesmediler. Hâlbuki,
bu dostlarm, güya vatandafllarm ve dindafllarm ve on-
larn menfaat-i imaniyelerine u¤raflt¤m adamlar, hiçbir
sebep yokken, siyasetten ve dünyadan alâkam kesti¤imi
bilirlerken, üç sene de¤il, belki beni alt sene skntl bir
esaret altna aldlar; ihtilâttan menettiler. Vesikam oldu-
¤u hâlde dersten, hatta odamda hususî dersimi de me-
nettiler. Muhabereye sed çektiler. Hatta vesikam oldu¤u
hâlde, kendim tamir etti¤im ve dört sene imamlk etti¤im
mescidimden beni menettiler. fiimdi dahi cemaat seva-
bndan beni mahrum etmek için, daimî cemaatim ve ahi-
ret kardefllerim mahsus üç adama dahi imamet etmemi
kabul etmiyorlar.
Hem istemedi¤im hâlde, birisi bana iyi dese, bana ne-
zaret eden memur kskanarak kzyor, nüfuzunu kraym
diye vicdanszcasna tedbirler yapyor, amirlerinden iltifat
görmek için beni taciz ediyor.
flte, böyle vaziyette bir adam, Cenab- Haktan baflka
kime müracaat eder? Hâkim kendi müddei olsa, elbette
ona flekva edilmez. Gel sen söyle; bu hale ne diyece¤iz?
Sen ne dersen de; ben derim ki: Bu dostlarm içinde çok
münafklar var. Münafk kâfirden efleddir. Onun için, kâ-
fir Rusun bana çektirmedi¤ini çektiriyorlar.
Hey bedbahtlar! Ben size ne yaptm ve ne yapyo-
rum? mannzn kurtulmasna ve saadet-i ebediyenize
ahiret:
öbür dünya, öteki dünya,
kyametten sonra kurulacak olan
âlem.
alâka:
ilgi, iliflki. ba¤.
amir:
büyük memur, memurun
üstü.
bedbaht:
bahtsz, baht kara, ta-
lihsiz, zavall.
cemaat:
bir imama uyup namaz
klan Müslümanlar toplulu¤u.
Cenab- Hak:
Allah.
daimî:
sürekli, devaml.
dindafl:
ayn dinden olan kimse.
elbette:
kesinlikle, mutlaka, flüp-
hesiz.
esaret:
esirlik, harp esirli¤i, tut-
saklk.
efledd:
daha fliddetli, en fliddetli,
pek fliddetli, çetin ve sert.
güya:
sanki, sözde.
hâkim:
yargç.
hâlbuki:
hakikat ve do¤rusu flu-
dur ki, öyle iken, oysa ki, hakikat
flu ki.
hatta:
manaya kuvvet vermek
için üstelik, fazla olarak, bundan
baflka, kadar, bile, dahi, hem
de... manalarnda, cümle baflla-
rnda kullanlan edattr.
hususî:
kiflisel, flahsî, özel.
ihtilât:
karflp görüflme, iliflkide
bulunma, beraber yaflama.
iltifat:
güler yüzle muamele, na-
zik davranma, gönlü hofl etme,
teveccüh etme, iyilik etme.
imam:
namazda kendisine uyu-
lan, Müslüman cemaate namaz
kldran kifli.
imamet:
imamlk, halifelik, slâm
devlet reisli¤i.
kâfir:
Allah inkâr eden, dinsiz.
kflla:
ask. askerlerin topluca ba-
rnd¤ büyük yap.
kumandan:
bir mevkiin, bir iflin
veya askerlik yahut korumak
maksadyla meydana getirilen bir
kuruluflun baflnda bulunan ve
sevk ve idareyi düzenleyen kim-
se, komutan.
mahrum:
istedi¤ini, diledi¤ini el-
de edemeyen, bir fleye sahip ola-
mayan, yoksun.
mahsus:
isteyerek, bile bile.
men:
yasak etme, durdurma,
mâni olma, brakmama, bir fleyi
diri¤ etme, bir fleyin yaplmasn
engelleme, esirgeme, vermeme,
önleme.
menfaat-i imaniye:
imanî fayda.
436 |
BEDÜZZAMAN SAD NURSÎ
E
SKfiEHR
H
AYATI
mescit:
namaz klnacak yer,
cami, ibadet edilecek yer.
muhabere:
haberleflme,
mektuplaflma, yazflma.
müdahale:
karflma, el atma,
araya girme, sokulma.
müddei:
dava eden, bir iddi-
ada bulunan, iddia sahibi, da-
vac.
münafk:
ikiyüzlü, inanmad-
¤ halde inanmfl görünen kifli.
müracaat:
baflvurma, danfl-
ma.
nezaret:
gözetme, gözetim,
gözaltnda tutma, kontrol.
nüfuz:
söz geçirme, sözünü
dinletme.
set çekme
:
engel olma.
saadet-i ebediye:
zevalsiz,
sonu olmayan mutluluk, son-
suz mutluluk.
siyasî:
siyaset
:
siyasetle ilgili, siyasete ait;
politika.
flekva:
flikâyet, yaknma, hofl-
nutsuzluk, memnuniyetsizlik.
taciz:
rahatsz etme, huzur-
suz klma, skma.
tamir:
onarma, düzeltme, bo-
zuk fleyi düzeltme.
vatandafl:
bir devlet teba-
asndan olan, yurttafl.
vaziyet:
bir kimse veya fleyin
durumu, hâli.
vesika:
izin kâ¤d.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayr
flerden ayrt etmeye yardmc
olan ahlâkî duygu.
zan:
zannetme, sanma, kesin
olarak bilmeksizin kuvvetli
ihtimalle hükmetme.