Tarihçe-i Hayat - page 257

ehl-i diyanet sükût-i mutlaka mahkûm edilmiflti. Ne dinin
hakikatlerinden bahseden hakikî bir Risale neflrettiriliyor
ve ne de o hakikatler millete ders verdiriliyordu. Bu su-
retle ‹slâmiyet, ruhsuz bir ceset hâline getirilmeye çal›fl›-
l›yor; din-i ‹slâm›n mahiyeti ve esaslar›n› ders vermek,
kat’iyen men ediliyordu.
(HAfi‹YE)
‹flte bafllang›çta pek azg›n olan bu dinsizlik devri,
Risa-
le-i Nur
’un umumiyet kesb eden neflriyat›yla y›k›lm›fl;
ehl-i iman›n manevî ve maddî, bilhassa manevî hayat›na
tatbik edilen istibdat zincirleri parçalanm›flt›r.
Risale-i
Nur
, dinsizli¤in belini k›rm›fl ve temel tafllar›n› tarümar
etmifltir.
Evet, o zamanlar ki, dinsizli¤in mukabil cephesinde
Risale-i Nur
flimflekler gibi parlam›fl ve Kur’ân-› Ha-
kîm’in bu nuru bütün satvet ve flevketiyle zuhur ederek
perde alt›nda neflrolunmufltur.
Risale-i Nur
’dan tahkikî iman dersi alan ve gittikçe zi-
yadeleflen Nur Talebelerinin imanlar› inkiflaf etmifl, ima-
nî bir flehamet ve ‹slâmî bir cesarete sahip olmufllard›r.
Nas›l ki, cesur bir kumandan yüzlerce askere lisan-› hâ-
liyle cesaret verir ve nokta-i istinat olursa, aynen öyle de,
Risale-i Nur
flahs-› manevîsinin mümessili olan Bediüzza-
man Said Nursî Hazretleri baflta olarak, tahkikî iman
dersleriyle imanlar› kuvvetlenen yüz binlerce, flimdi mil-
yonlarca Nur Talebeleri, ehl-i imana bir nokta-i istinat ve
TAR‹HÇE-‹ HAYATI
| 257
B
ARLA
H
AYATI
faydalar bulunan Kur’ân.
lisan-› hâl:
hâl dili, bir fleyin duru-
flu ve görünüflü ile bir mana ifade
etmesi.
maddî:
maddeye ait, madde ile
alâkal›, cismanî.
mahiyet:
bir fleyin asl›, esas›, ha-
kikat›, iç yüzü, bir fleyi tayin eden
aslî unsur, neden ibaret oldu¤u,
nitelik.
mahkûm:
mecbur.
manevî:
ruha ve içe ait olan, ruhî.
men:
yasak etme, durdurma,
mâni olma, b›rakmama, bir fleyi
diri¤ etme, bir fleyin yap›lmas›n›
engelleme, esirgeme, vermeme,
önleme.
mukabil:
karfl›, karfl›l›k, muâdil.
neflr:
yay›m, yay›n.
neflriyat:
yay›nlar.
nokta-i istinat:
dayanak noktas›,
güvenme ve itimat noktas›.
nur:
ayd›nl›k, par›lt›, parlakl›k, zi-
ya, ›fl›k, flule.
satvet:
fliddetli tesir eden, ezici
kuvvet, güç.
suret:
tarz, yol, gidifl; usul, metot,
uslûp.
flehamet:
zekâ ve ak›ll›l›kla bera-
ber olan cesaret, yi¤itlik.
flevket:
büyüklük, heybet , aza-
met, debdebe, haflmet.
tahkikî:
tahkikle alâkal›, tahkike
ait, araflt›rma, inceleme ile ilgili,.
talebe:
ö¤renciler, tahsil görenler.
tarümar:
karma kar›fl›k, da¤›n›k,
periflan.
tatbik:
yerine getirme, uygula-
ma.
umumiyet:
umumî olma hâli,
umumîlik, bir fleyin herkese ait
olmas›, genellik.
ziyade:
Artma, ço¤alma.
zuhur:
görünme, meydana ç›k-
ma.
HAfi‹YE
:
Bütün o dinsizlik icraat›n› bugünkü dinî inkiflaf› hazmedemeyen
gizli dinsizler yap›yordu.
bilhassa:
her fleyden önce,
baflta, hele, en çok, hususen,
hususî olarak, özellikle, mah-
sus.
cephe:
savafl sahas›, savafl
yap›lan yer.
cesaret:
cesurluk, yi¤itlik, yü-
reklilik.
ceset:
ölü vücut, naafl.
cesur:
cesaretli, yürekli, yi¤it.
din-i ‹slâm:
‹slâm dini.
ehl-i diyanet:
dindar kifliler.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri, ‹slâm dinini kabul
edenler.
esas:
temel.
hakikat:
as›l, esas.
hakikî:
hakikate mensup.
hafliye:
bir kitab›n sayfalar›-
n›n kenar›na veya alt›na yaz›-
lan aç›klay›c› yaz›, derkenar.
iman:
inanma, inanç, itikat,
tasdik.
imanî:
imana ait olan, imana
dair olan, imanla ilgili.
inkiflaf:
geliflme.
‹slâmî:
‹slâm dinine mensup,
‹slâm ile alâkal›, ‹slâma ait.
istibdat:
hak ve hukuku tan›-
mama, keyfî uygulama, zu-
lüm ve tahakküm.
kat’iyen:
katî olarak, kesin
olarak, kesinlikle.
kumandan:
bir mevkiin, bir
iflin veya askerlik yahut koru-
mak maksad›yla meydana
getirilen bir kuruluflun bafl›n-
da bulunan ve sevk ve idare-
yi düzenleyen kimse, komu-
tan.
Kur’ân-› Hakîm:
her ayet ve
suresinde say›s›z hikmet ve
1...,247,248,249,250,251,252,253,254,255,256 258,259,260,261,262,263,264,265,266,267,...1390
Powered by FlippingBook