Tarihçe-i Hayat - page 264

ve bilhassa Risale-i Nur’un menba› olan “Hizbü’n-Nuri-
ye”yi ve âyât-› Kur’âniyenin lemaat› olan ve bir silsile-i
tefekkür bulunan ve Yirmi Dokuzuncu Lem’ada cem edi-
len hizip ve münacatlar› okur, bunlar› tamam edince de
yine Risale-i Nur’la meflgul olurdu. Gündüzleri ise, daima
Risale-i Nur’un mütalâas› ve tashihi ile meflgul olur; Ri-
sale-i Nur hizmetini her fleye tercih eder, Risale-i Nur’a
ait yetiflecek acele bir ifl zaman›nda di¤er meflguliyetleri-
ni b›rak›r, evvelâ o ifli tamamlard›.
Said Nursî, bahar mevsiminde menzilinin önündeki
muhteflem ç›nar a¤ac›n›n dallar› aras›ndaki kulübeci¤e
ç›kar, vazifesini orada ifa eder; Risale-i Nur’un hakikatle-
rini, menba ve maden-i hakikîsi olan mele-i âlâda tefey-
yüz ve temafla ve tefekkür ederdi. Üstad›n, gerek
1
l
án
cn
QÉn
Ño
e l
In
ôn
én
°T
s›rr›na mazhar olan bu ç›nar a¤ac› ve ge-
rekse Çam Da¤lar›ndaki o çok ünsiyet etti¤i a¤açlar›n ve
da¤lar›n bafl›ndaki tefekkür ve hissiyat›n› ifade edebilmek
acaba mümkün müdür? Asla mümkün de¤ildir. Cenab-›
Hak, kemal-i rahmetiyle bu ferd-i feridi, kemalât-› insa-
niyenin bütün enva›n› cami bir istidatta yaratm›fl ve bu is-
tidatlar›n da azamî flekilde inkiflaf›n› irade etmifl ki; bu
müstesna zat›, ‹slâmiyet a¤ac›n›n son as›rlara uzanan ve
binler dal budak salan Risale-i Nur flahs-› manevîsi itiba-
r›yla bütün hakaikte “üstad-› küll” hükmüne getirmifl ve
top yekûn ‹slâmiyet hakikatlerinin bir aks-i nurunu ve te-
cellisini Risale-i Nur flahs-› manevîsinde derç ederek,
ehl-i hakikat ve kemali hayretle bakt›rm›fl ve böylece,
aks-i nur:
›fl›¤›n yans›mas›, nurun,
ayd›nl›¤›n yans›mas›.
asla:
hiç bir vakit, olmas› imkân-
s›z.
ayat-› Kur’âniye:
Kur’ân’›n ayet-
leri.
azamî:
en fazla, en çok, nihayet
derecede.
bilhassa:
her fleyden önce, baflta,
hele, en çok, hususen, hususî ola-
rak, özellikle, mahsus.
cami:
ihtiva eden, kaplayan.
cem:
toplama, toplanma, bir yere
getirme, biriktirme, y›¤ma.
Cenab-› Hak:
Allah; do¤ru, ger-
çek, Hakk›n tâ kendisi olan, fleref
ve azamet sahibi yüce Allah.
daima:
her vakit, sürekli, her za-
man.
derc:
toplama, biriktirme.
ehl-i hakikat:
hakikati arzula-
yanlar, gerçe¤i bulup onun peflin-
den gidenler; Allah adam›.
enva:
çeflitler, türler, neviler.
evvelâ:
birinci olarak, her fleyden
önce, ilk önce.
ferd-i ferîd:
efli, benzeri olmayan
fert, seçilmifl zat.
hakaik:
hakikatler, do¤rular, ger-
çekler.
hakikat:
as›l, esas.
hissiyat:
hisler, duygular.
hizb:
dilden düflmeyen dua, vird.
ifa:
bir ifli yapma, bir ifli gerçek-
lefltirme.
ifade:
anlatma, anlat›m, anlat›fl.
inkiflaf:
aç›lma, ortaya ç›kma, gö-
rülme, a盤a ç›kma.
irade:
dileme, isteme, bir fleyi
yapma veya yapmama konusun-
da karar verebilme ve bu karar›
yerine getirme gücü.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kemalât-› insaniye:
insana ait
mükemmellik ve olgunluklar.
kemal-i hayret:
flaflk›nl›¤›n son
derecesi, çok fazla flaflk›nl›k.
kemal-i rahmet:
rahmetin mü-
kemmelli¤i.
lemeat:
lem’alar, par›lt›lar, parla-
y›fllar.
maden-i hakikî:
hakikî maden,
gerçek maden.
mazhar:
nail olma, flereflenme,
kavuflma; nail olmufl, eriflmifl, ka-
vuflmufl.
mele-i â’lâ:
melekler âlemi, en
yüksek hey’et.
menba:
kaynak, her hangi bir fle-
yin ç›kt›¤› yer.
menzil:
yer, dünya, ev.
meflgul:
ilgilenen, u¤raflan.
meflguliyet:
u¤rafl›lan ve meflgul
olunan fley.
muhteflem:
ihtiflaml›, haflmetli,
görkemli, debdebeli.
mübarek:
hay›rl›, mutlu, u¤urlu.
mümkün:
mümkün, olabilir, im-
1.
Mübarek a¤aç. (Nur Suresi: 35.)
264 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
B
ARLA
H
AYATI
kân dahilinde, kabil.
münacat:
Allah’a dua etme,
yalvarma, Onun manevî hu-
zurunda tazarru ve niyazda
bulunma.
müstesna:
istisna olan, bafl-
kas›na benzemeyen, benzeri
olmayan, seçkin, mümtaz.
mütalâa:
okuma, dikkatli
okuma.
flahs-› manevî:
belli bir kifli
olmay›p bir cemaatten mey-
dana gelen manevî flah›s.
tashih:
düzeltme, yanl›fl›n› gi-
derme.
tecelli:
aç›l›p belirme, aç›kça
ortaya ç›kma, ayd›nlanma.
tefekkür:
derin düflünme,
maksad› kavramak için zihni-
ni eflyan›n manas›n› anlama
haline yöneltme, eflyaya ait
bilgileri kalbe getirme.
tefeyyüz:
feyizlenme.
temâflâ:
bakma, bak›p sey-
retme.
ünsiyet:
al›flkanl›k, ülfet,
dostluk, ahbapl›k, arkadafll›k.
üstad-› küll:
her çeflit ilimde,
her hususta çok ileri bilgisi
olan, herkesin üstad›.
vazife:
ahlâk veya ifl icab› ya-
p›lmas› gereken ifl, görev.
zat:
kifli, flah›s, fert.
1...,254,255,256,257,258,259,260,261,262,263 265,266,267,268,269,270,271,272,273,274,...1390
Powered by FlippingBook