Demek ki, iman ve Kurân u¤runda candan ve cihan-
dan geçen mücahitlere, büyük Allah, hakikat ve hidayet
yollarn gösterece¤ini vaat buyuruyor. Hâflâ, Cenab-
Hak vaadinde hulf etmezyeter ki, bu azîm vaad-i lâhî-
yi icap ettirecek flartlar tahakkuk etsin.
Bu ayet-i kerime, Üstadn karakter ve flahsiyetini tah-
lil hususunda bize nurdan bir rehber oluyor ve o nurun
billûr fl¤ altnda artk en ince çizgileri ve en hassas nok-
talar görüp sezebiliyoruz. Zira, madem ki bir insan Ce-
nab- Hakkn hfz ve himayesinde bulunmak nimetine
mazhar olmufltur; artk onun için korku, endifle, üzüntü,
ylma, usanma ve saire gibi fleyler bahis mevzuu olamaz.
Allahn nuru ile nurlanan bir gönlün semasn hangi
bulutlar kaplayabilir? Her an huzur-i lâhîde bulunmak
bahtiyarl¤na eren bir kulun ruhunu, hangi fâni emel ve
arzular, hangi zavall teveccüh ve iltifatlar ve hangi pes-
paye gaye ve ihtiraslar tatmin, teskin ve teselli edebilir?
Allahtr onun yâr, mürebbîsi, velisi;
Andkça, bütün nur oluyor duygusu, hissi.
Yükselmededir marifet iklimine her an,
Bambaflka ufuklar açyor ruhuna Kurân.
Kurân ona yâd ettiriyor, Bezm-i Elesti,
Âflk, o tecellinin ezelden beri mesti.
flte, Bediüzzaman böyle harikalar harikas bir inayete
mazhar olan mübarek bir flahsiyettir. Ve bunun içindir ki,
zindanlar ona bir gülistan olmufl; oradan ebediyetlerin
arzu:
bir fleye karfl duyulan istek,
heves.
âflk:
lâhî aflka düflmüfl gönül eri.
ayet-i kerime:
Kur'ân'n ayeti.
azîm:
büyük, yüce, ulu.
bahis:
söz konusu.
bahtiyar:
bahtl, mesut , mutlu.
Bezm-i Elest:
elest meclisi, Al-
lah'n ruhlar yaratt¤nda, "Ben
sizin Rabbiniz de¤il miyim?" anla-
mndaki sorusuna, ruhlarn,
"Evet, Rabbimizsin" diye cevap
verdikleri an.
billûr:
fleffaf, parlak tafl.
candan ve cihandan geçmek:
kendi hayatndan ve dünyadan
vazgeçmek.
ebediyet:
sonsuzluk.
emel:
ümit, umma.
endifle:
kayg, keder, gam, flüphe.
ezel:
bafllangc olmayan geçmifl
zaman, öncesizlik, ebedin zdd.
fâni:
muvakkat, geçici, ölümlü.
gaye:
maksat, meram, hedef.
gülistan:
gül bahçesi, gül tarlas.
hakikat:
gerçek, bir fleyin asl ve
esas.
hassas:
incelikli.
hâflâ:
asla, katiyen, hiçbir vakit.
hfz:
koruma, muhafaza.
hidayet:
do¤ru olan, hak olan.
himaye:
koruma, esirgeme.
hulf etmek:
verdi¤i sözü tutma-
mak.
husus:
mevzu, konu.
icap ettirmek:
gerektirmek.
ihtiras:
fliddetle arzu, aflr hrs ve
istek.
iklim:
ülke, memleket.
iltifat:
yüzünü çevirip bakma.
inayet:
yardm, ihsan, lütuf.
madem:
de¤il mi ki, ...den dolay,
böyle ise, hele.
marifet:
bilme, ilim, danifl.
mazhar olmak:
nail olmak.
mest:
keyifle kendinden geçmifl,
sarhofl.
mevzu:
ele alnan, üzerinde du-
rulan husus, konu.
mübarek:
hayrl, mutlu, kutlu.
22 |
BEDÜZZAMAN SAD NURSÎ
Ö
N SÖZ
mürebbî:
terbiye eden, yetifl-
tiren.
nimet:
Allah'n ba¤fllad¤
maddî ve manevî lütuf ve ik-
ramlar.
nokta:
hâl, durum.
nur:
ziya, flk, flule.
pespaye:
afla¤lk, adî, alçak.
rehber:
klavuz, delil.
sema:
gökyüzü, gök.
flahsiyet:
kiflilik, kifli özelli¤i.
tahakkuk etmek:
meydana
gelmek.
tahlil:
çözümleme, analiz.
tatmin:
doyma, doygunluk.
tecelli:
Cenab- Hakkn güzel
isimlerinin kâinatta ve insan-
larda zahir olmas.
teselli:
avutma, acsn dindir-
me.
teskin:
sakinlefltirme, yatfl-
trma, durdurma.
teveccüh:
hofllanma, güler
yüz gösterme, iltifat etme.
ufuk:
gökle yerin veya deni-
zin birleflmifl gibi göründü¤ü
yerler.
vaat buyurmak:
söz vermek,
bir fleyi verece¤ini veya yapa-
ca¤n peflin olarak söylemek.
veli:
dost, yakn.
vesaire:
bunun gibileri ve
benzerleri, di¤erleri.
yad etmek:
hatrlamak, an-
mak.
yar:
sevgili, mahbup, mafluk.
zindan:
hapishane.
zira:
çünkü, flu sebepten ki,
onun için.