o merâyâ-i nazifede ve o menazil-i lâtifede gezerler, bir
anda binler yerlere girerler ve her âyinede, nuranî olduk-
lar ve akisleri onlarn ayn ve onlarn hasiyetine malik ol-
duklar için, cismaniyetin aksine olarak, her yerde bizzat
bulunur gibi hükmederler. Kesif cismanîlerin akisleri ve
misalleri, o cismaniyetin aynlar olmad¤ gibi, hasiyetle-
rine dahi malik de¤il, ölü saylrlar.
Meselâ, günefl müflahhas bir cüzî oldu¤u hâlde, par-
lak eflya vastasyla bir küllî hükmüne geçer; zemin yü-
zündeki bütün parlak fleylere, hatta her bir katre suya ve
cam zerreciklerine birer aksini, bir misalî günefli, onlarn
kabiliyetine göre verir. Güneflin hararet ve ziyas ve ziya-
sndaki yedi rengi ve zatnn bir nevi misali, her bir par-
lak cisimde bulunur. Faraza güneflin ilmî fluuru bulunsa
idi, her âyine onun bir nevi menzili ve taht ve iskemlesi
hükmünde olup, her fleyle bizzat temas eder, her zîfluur-
la âyineler vastasyla, hatta göz bebe¤iyle, birer telefon
hükmünde muhabere edebilirdi; bir fley, bir fleye mâni
olmazd, bir muhabere, bir muhabereye set çekmezdi;
her yerde bulunmakla beraber, hiçbir yerde bulunmazd.
Acaba, bir Zatn bin bir isminden yalnz Nur isminin
maddî ve cüzî ve camit bir âyinesi hükmünde olan gü-
nefl, böyle teflahhusu ile beraber küllî yerlerde, küllî iflle-
re mazhar olsa, o Zat- Zülcelâl, ehadiyet-i zatiyesiyle be-
raber nihayetsiz iflleri bir anda yapamaz m?
kinci Temsil:
Kâinat bir flecere hükmünde oldu¤u
için, her bir flecere kâinatn hakaikna misal olabilir. flte,
biz de flu odamzn önündeki muhteflem, muazzam çnar
akis:
yansma.
âyine:
ayna.
bizzat:
flahsen.
camit:
ruhsuz, cansz.
cismanî:
cisimli olan.
cismaniyet:
cisimli olufl.
cüzî:
parça, parçaya ait olan, pek
az.
ehadiyet-i zatiye:
Allahn zatna
ait birlik.
faraza:
farz edelim ki, var sayalm
ki.
hakaik:
hakikatler, gerçekler.
hararet:
scaklk.
hasiyet:
hususî özellik.
hükmetmek:
egemenli¤i altnda
bulundurmak.
hükmüne geçmek:
yerinde ol-
mak, yerine geçmek, de¤erinde
olmak.
hüküm:
de¤er, karar.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kâinat:
bütün âlemler, varlklar.
katre:
damla.
kesif:
fleffaf olmayan, kat.
küllî:
bütün, umumî.
malik:
sahip.
mâni:
engel.
mazhar:
nail olma, flereflenme.
menazil-i lâtife:
güzel ve hofl
yerler.
menzil:
yer, ev.
merâyâ-i nazife:
temiz aynalar.
misal:
örnek, benzer, numune,
efl.
misalî:
kyaslayarak benzetme.
muazzam:
çok büyük.
muhabere:
haberleflme.
müflahhas:
cisimlendirilmifl.
nev:
çeflit.
nihayetsiz:
sonsuz.
Nur:
kâinat isim ve sfatlary-
la aydnlatan anlamnda Ce-
nab- Hakkn bir ismi.
nuranî:
nurlu.
flecere:
a¤aç.
fluur:
bilinç.
temas:
etkileflme, de¤mek.
temsil:
benzetme, misal.
teflahhus:
cisimlenme, so-
mutlaflma.
vasta:
arac, araclk.
zat:
azamet ve ululuk sahibi
kifli, öz, cevher.
Zat-i Zülcelâl:
celâl ve büyük-
lük sahibi olan Allah.
zemin:
yeryüzü.
zerrecik:
en küçük parça.
zîfluur:
fluurlu, bilinç sahibi.
ziya:
flk.
992 | SÖZLER
O
TUZ
KNC
S
ÖZ