â r
°ùn
HÉn
N ƒo
¸ r
ºn
g ? p
fÉn
c p
ór
fn
R r
øj p
G ! r
?Gn
ƒ r
jn
G
â r
°S n
OÉ n
H ƒ o
¸ r
º n
g r
OÉ n
«r
æ o
H ?p
H p
ô r
ª o
Y r
øjp
h
Eyvah! Aldand›k. fiu hayat-› dünyeviyeyi sabit zannet-
tik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, flu gü-
zeran-› hayat, bir uykudur; bir rüya gibi geçti. fiu temel-
siz ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider.
â r
°Sn
G Én
æn
Øn
H Én
«r
f o
O r
?G n
hn
õ n
H r
¿É n
°ùr
f p
G
â r
°Sn
G Én
? n
Ñ n
H r
?n
’B
G Én
? n
H ?p
H r
?É n
eB
G
Kendine güvenen ve ebedî zanneden ma¤rur insan,
zevale mahkûmdur; sür’atle gidiyor. Hane-i insan olan
dünya ise, zulümat-› ademe sukut eder. Emeller bekas›z,
elemler ruhta bâkî kal›r.
r
øo
cGn
ón
a Gn
Q r
Oƒo
N ?p
fÉn
a p
Oƒo
Lo
h r
?Én
Lr
ôn
a Én
f ¢ p
ùr
Øn
f r
…n
G É n
«p
H
â r
°ù n
g ¬ n
©jp
O n
h ?p
à° r
ù n
g r
øjp
G ¬p
c G n
Q r
Oƒ o
M p
?p
dÉn
N
Madem hakikat böyledir; gel, ey hayata çok müfltak
ve ömre çok talip ve dünyaya çok âfl›k ve hadsiz emel-
lerle ve elemlerle müptelâ bedbaht nefsim! Uyan, akl›n›
bafl›na al! Nas›l ki y›ld›z böce¤i, kendi ›fl›k盤›na itimat
eder, gecenin hadsiz zulümat›nda kal›r; bal ar›s› kendine
güvenmedi¤i için gündüzün güneflini bulur, bütün dostla-
r› olan çiçekleri, güneflin ziyas›yla yald›zlanm›fl müflahe-
de eder; öyle de, kendine, vücuduna ve enaniyetine
dayansan, y›ld›z böce¤i gibi olursun. E¤er sen, fânî vücu-
dunu, o vücudu sana veren Hâl›k’›n yolunda feda etsen,
bâkî:
devaml›, sürekli.
bedbaht:
talihsiz, mutsuz.
bekas›z:
devams›z, geçici.
ebedî:
sonsuz.
elem:
üzüntü, ac›.
emel:
istek, beklenti.
enaniyet:
benlik.
fânî:
geçici, yok olan.
feda etmek:
harcamak.
güzeran-› hayat:
geçip giden ha-
yat.
hadsiz:
s›n›rs›z.
hakikat:
gerçek.
Hâl›k:
yaratan, Allah.
hane-i insan:
insan›n evi.
hayat-› dünyeviye:
dünya haya-
t›.
itimat:
güvenme, dayanma.
ma¤rur:
kibirli, gururlu.
müptelâ:
ba¤›ml›, tutkun.
müflahede etme:
görme.
müfltak:
isteyen, can atan.
sabit:
sürekli, devaml›.
sukut etmek:
düflmek.
sür’at:
h›z.
talip:
istekli.
vücut:
beden, varl›k.
yald›zlama:
süsleme, eflyalar›
alt›n ve gümüfl rengindeki
parlak maddelerle süsleme.
zan:
zannetmek; yanl›fl dü-
flünce.
zannetmek:
sanmak.
zayi etmek:
kaybetmek.
zevale mahkûm olmak:
yok
olmaktan kurtulamamak.
ziya:
›fl›k.
zulümat:
karanl›klar.
zulümat-› adem:
yokluk ka-
ranl›klar›.
342 | SÖZLER
O
N
Y
ED‹NC‹
S
ÖZ