Sözler - page 216

Sonra ikisi, eserlerini götürüp o hâkim-i zîflana takdim
ettiler. O hâkim, evvelâ feylesofun eserini ald›. Bakt›,
gördü ki, o hodpesent ve tabiatperest adam çok çal›fl-
m›fl; fakat hiç hakikî hikmetini yazmam›fl, hiçbir manas›-
n› anlamam›fl, belki kar›flt›rm›fl. Ona karfl› hürmetsizlik,
belki edepsizlik etmifl. Çünkü, o menba-› hakaik olan
Kur’ân’›, manas›z nukufl zannederek, mana cihetinde
k›ymetsizlik ile tahkir etmifl oldu¤undan, o hâkim-i ha-
kîm dahi, onun eserini bafl›na vurdu; huzurundan ç›kar-
d›.
Sonra, öteki hakperest, müdakkik âlimin eserine bak-
t›, gördü ki, gayet güzel ve nafi bir tefsir ve gayet hakî-
mâne, mürflidâne bir teliftir. “Aferin, bârekâllah,” dedi.
“‹flte hikmet budur ve âlim ve hakîm, bunun sahibine
derler. Öteki adam ise, haddinden tecavüz etmifl bir sa-
natkârd›r.” Sonra, onun eserine bir mükâfat olarak, her
bir harfine mukabil, tükenmez hazinesinden on alt›n ve-
rilsin, irade etti.
E¤er temsili fehmettinse, bak, hakikatin yüzünü de
gör:
Amma o müzeyyen Kur’ân ise
, flu musanna kâinatt›r.
O hâkim ise, Hakîm-i Ezelîdir. Ve o iki adam ise, birisi,
yani ecnebisi, ilm-i felsefe ve hükemas›d›r; di¤eri, Kur’ân
ve flakirtleridir.
Evet, Kur’ân-› Hakîm, flu Kur’ân-› azîm-i kâinat›n en
âlî bir müfessiridir ve en beli¤ bir tercüman›d›r. Evet, o
Furkan’d›r ki, flu kâinat›n sahifelerinde ve zamanlar›n
âlî:
yüce, yüksek.
âlim:
bilgili, bilgin.
bârekâllah:
Allah mübarek, ha-
y›rl› ve bereketli k›ls›n.
beli¤:
meram›n› düzgün olarak
anlatan, belâgatle konuflan.
ecnebi:
yabanc›.
fehim:
anlama.
feylesof:
filozof.
Furkan:
hak ile bat›l, iyi ve kötü;
hay›r ve fler aras›ndaki fark› gös-
teren Kur’ân.
haddinden tecavüz:
haddini afl-
ma, s›n›r› aflma, ileri gitme.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
hâkim:
her fleye hükmeden.
Hakîm:
her fleyi bir maksatla uy-
gun ve hikmetle yaratan, hikmet
sahibi Allah.
hakîmâne:
hikmetli bir flekilde.
Hakîm-i Ezelî:
bafllang›c› olma-
yan ve sonsuz hikmet sahibi
olan, Allah.
hâkim-i hakîm:
her fleyi hikmet-
le yapan hükmedici, Allah.
hâkim-i zîflan:
flan ve fleref sahi-
bi idareci.
hakperest:
do¤ruluktan ayr›lma-
yan, hakk› tutan.
hikmet:
her fleyin belirli gayelere
yönelik olarak, manal›, faydal› ve
tam yerli yerinde olmas›.
hodpesent:
kendini be¤enen.
hükema:
feylesoflar, filozoflar.
hürmetsiz:
sayg›s›zl›k.
ilm-i felsefe:
felsefe ilmi.
irade etmek:
emretmek, ferman
etmek.
kâinat:
bütün âlemler, varl›klar.
Kur’ân-› azîm-i kâinat:
kâinat›n
büyük kitab›.
Kur’ân-› Hakîm:
her ayet ve su-
resinde say›s›z hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
mana:
anlam.
menba-› hakaik:
gerçeklerin
kayna¤›.
mukabil:
karfl›l›k.
musanna:
sanatl›, çok süslü.
müdakkik:
inceden inceye
araflt›ran.
müfessir:
yorumlay›c›.
mükâfat:
ödül.
mürflidâne:
do¤ru yolu gös-
tererek, irflat ederek.
müzeyyen:
süslenmifl.
nafi:
faydal›.
nukufl:
nak›fllar.
sahife:
sayfa.
sanatkâr:
sanatla u¤raflan.
flakirt:
talebe, ö¤renci.
tabiatperest:
tabiatç›.
tahkir:
afla¤›lama, küçük gör-
me.
takdim:
sunma, sunufl.
tefsir:
aç›klama, yorumlama.
telif:
yaz›lm›fl eser.
temsil:
k›yaslama tarz›nda
benzetme.
tercüman:
tercüme eden, çe-
virmen.
216 | SÖZLER
O
N
‹
K‹NC‹
S
ÖZ
1...,206,207,208,209,210,211,212,213,214,215 217,218,219,220,221,222,223,224,225,226,...1482
Powered by FlippingBook