Şu medeniyet-i habise tek bir defada kustu. Midesi
(HA-
ŞİYE)
daha bulanır. Âlem-i İslâmdaki istinkâf-ı manidar,
hem de bir cây-ı dikkat.
Kabulde muztariptir, soğuk da davranmıştır. Evet, Şeri-
at-ı Garrada olan nur-i İlâhî, hassa-i mümtazıdır istiğna-i
istiklâliyet.
O hassadır, bırakmaz ki o nur-i hidayet, şu medeniyet
ruhu olan Roma dehası ona tahakküm etsin. Onda olan
hidayet,
Bundaki felsefe ile mezcolmaz; hem aşılanmaz, hem
de tâbi olamaz. İslâmiyet ruhunda şefkat, izzet-i iman bes-
lediği şeriat,
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan tutmuş yed-i beyzada hakaik-ı
şeriat. O yemîn-i beyzada birer asa-i Mûsa’dır. Sehhar
medeniyet istikbalde edecek ona secde-i hayret.
Şimdi buna dikkat et: Eski Roma, Yunanın iki dehası
vardı; bir asıldan tev’emdi. Biri hayalâlûddu, biri madde-
perestti.
Su içinde yağ gibi imtizaç olamadı. Mürur-i zaman is-
tedi, medeniyet çabaladı, Hristiyanlık da çalıştı. Temzici-
ne muvaffak hiç biri de olmadı.
Her biri istiklâlini filcümle hıfzeyledi. Hatta el’an âdeta
o iki ruh, şimdi de cesetleri değişmiş. Alman, Fransız
oldu.
mezç:
karışma, birleşme, bütün-
leşme.
muvaffak:
başarı.
muztarip:
sıkıntılı.
mürur-i zaman:
zamanın geçme-
si.
nur-i hidayet:
hak yola sevk
eden aydınlık.
nur-i İlâhî:
Allah’ın nuru.
Roma dehası:
Allah’ı inkâr ve
putperestlikten
kaynaklanan
dünya servet ve haşmeti.
secde-i hayret:
hayretten secde
etme.
sehhar medeniyet:
aldatıcı me-
deniyet.
şefkat:
koruma sevgisi.
şeriat-ı garra:
nurlu, parlak şeri-
at.
tâbi olma:
uyma, arkasından git-
me.
tahakküm:
baskı ve zorbalık.
temziç:
kaynaştırma.
tev’em:
ikiz.
yed-i beyza:
mu’cizeli, parlak,
hayır getiren el.
yemin-i beyza:
sağ el.
Yunan dehası:
Sokrat, Eflâtun
felsefesinden kaynaklanan dün-
yevî Yunan zekâsı.
âdeta:
sanki.
âlem-i İslâm:
Müslümanların
yaşadığı coğrafya, İslâm dün-
yası.
asa-i Mûsa:
Hz. Mûsa’nın
mu’cizeli asası.
asıl:
esas, temel.
cây-ı dikkat:
dikkate değer.
deha:
olağanüstü akıl ve ze-
kâ.
el’an:
şimdi.
filcümle:
kısmen, nihayet, so-
nunda.
hakaik-ı şeriat:
şeriatın, dinin
gerçekleri.
harb-i umumî:
birinci dünya
savaşı.
hassa:
özellik.
hassa-i mümtaz:
seçkin özel-
lik.
haşiye:
dip not.
hayalâlûd:
hayal ile karışık.
hidayet:
dinin gösterdiği hak
yol.
hıfzeyleme:
koruma.
imtizaç:
birbiriyle karışma,
kaynaşma.
istiğna-i istiklâliyet:
tam ba-
ğımsızlık, kimseye minnet
duymama.
istikbal:
gelecek.
istiklâl:
bağımsızlık, özgürlük.
istinkâf-ı manidar:
anlamlı
çekimserlik.
izzet-i iman:
imanın verdiği
şeref ve gayret.
Kur’ân-ı mu’cizbeyan:
ifade-
leri ve hakikatleri ile eşsiz
olan Kur’ân’.
maddeperest:
maddeci,
maddeye tesir verenler.
medeniyet:
toplumda oluşan
kültür, sanat.
medeniyet-i habise:
mede-
niyetin çirkin yönü.
HAŞİYE:
Demek daha dehşetli kusacak. Evet, iki Harb-i Umumî ile öyle
kustu ki, hava, deniz, kara yüzlerini bulandırdı, kanla lekeledi.
SÖZLER | 1161 |
L
EMAAT