Mesnevi-i Nuriye - page 422

İtizar
Fihristi hitama eren
Mesnevî-i Nuriye
, hayatın hayatı
ve gayesi ve en yüksek hakikat olan imanı, taklitten tah-
kike, tahkikten ilmelyakin mertebesine, ilmelyakin mer-
tebesinden aynelyakin derecesine ve daha sonra da ha-
kalyakine ulaştıran muazzam ve muhteşem ve pek çok
risaleleri tazammun eden muhit ve harika bir eserdir.
Bu eserin hakikî kıymetini tebarüz ettirecek en hakikî
fihristi, yine onun aziz ve muhterem müellifi üstadımız
yapabilirdi. Bizim çok kısa anlayışımız ve zayıf idrakimiz
ve kàsır fehmimiz ve Arabcaya olan vukufsuzluğumuz,
ulema-i mütebahhirînin katresine bahir dedikleri bu em-
salsiz eserin fihristini kàrilere pek noksan olarak takdim
etmemizin âmilleri olmuştur.
Muhterem kàri! Bu fihriste bakıp da tılsım-ı kâinatın
keşşafı, hakaik-ı eşyanın miftahı, hikmet-i hilkatin dellâlı
olan bu manevî hazine hükmündeki mecmuayı da o mi-
zan ile tartma. Çünkü, bizdeki acz ve noksanlık o mec-
muanın kıymetiyle mebsuten değil, makusen mütenasip-
tir. güneşin bir zerre cam parçasındaki timsaline bakıp
da, “güneş de bu kadardır” deme. Çünkü, o zerre, ka-
biliyeti kadar o güneşten feyiz alır. sen ise âyinenin bü-
yüklüğü nispetinde o manevî şemsten feyiz alacaksın.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
amil:
sebep, etken.
âyine:
ayna.
aynelyakin:
gözle görür derecede
inanma; bir şeyi görerek ve seyre-
derek bilme.
aziz:
muhterem, saygın.
bahir:
deniz.
cüz’î:
küçük, az.
dellâl:
ilân eden, bir haberi duyur-
mak için yüksek sesle bağırarak
dolaşan kimse.
emsalsiz:
benzersiz.
fehim:
anlayış.
feyiz:
bolluk, bereket, ihsan, ba-
ğış.
fihrist:
bir kitabın başında veya
sonunda yer alan ve kitabın için-
de neler bulunduğunu gösteren
cetvel, indeks.
hakaik-ı eşya:
nesnelerin, şeyle-
rin perde arkasındaki hakikatleri.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikî:
gerçek.
hakkalyakin:
marifet mertebesi-
nin en yükseği; bir şeyi yaşayarak,
içine girerek, doğruluğundan şüp-
heye asla yer bırakmayacak bi-
çimde kesin olarak bilme.
harika:
olağanüstü.
hazine:
zengin ve değerli kaynak.
hikmet-i hilkat:
yaratılış hikmeti.
hitam:
son, nihayet, sona erme,
bitme, neticelenme, tamamlan-
ma.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
idrak:
akıl erdirme, anlama, kav-
rama kabiliyeti.
i’lem:
Arabca’da bil! anlamında
emir.
ilmelyakin:
yakin ile bilme, bir şe-
yi ilim ve delil ile kesin olarak bil-
me, tanıma, kabul etme; aksi
mümkün olmayan açık, kesin ve
sağlam bilgi.
ilmelyakin:
yakin ile bilme, bir şe-
yi ilim ve delil ile kesin olarak bil-
me, tanıma, kabul etme; aksi
mümkün olmayan açık, kesin ve
sağlam bilgi.
iman:
inanç, itikat.
itizar:
özür dileme, bir sebep gös-
tererek affını dileme.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kàri:
okuyucu, okuyan.
kàsır:
kısa.
katre:
damla.
keşşaf:
keşfeden, gizli bir şeyi
meydana çıkaran.
kıymet:
değer.
makusen mütenasip:
ters orantı-
lı, birbirine nispet edilen iki şey-
f
ihrisT
| 422 | Mesnevî-i nuriye
den biri arttıkça (çoğaldıkça)
diğerinin azalması (eksilmesi).
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mebsuten:
mebsut olarak,
aşılmış, yayılmış, etraflıca an-
latılmış olarak.
mecmua:
toplanıp, biriktiril-
miş, düzenlenmiş yazıların
hepsi.
mertebe:
derece, basamak.
miftah:
açan alet, anahtar.
mizan:
terazi, ölçü.
muazzam:
çok büyük, ulu,
yüce.
muhit:
ihata eden, kuşatıcı.
muhterem:
saygı değer, hür-
mete layık, saygın.
muhteşem:
haşmetli, yüce.
müellif:
eser telif eden, yazan.
nispet:
oran, ölçü.
şems:
güneş.
tahkik:
doğru olup olmadığını
araştırmak, inandığı şeylerin
aslını, esasını bilerek inanma.
takdim:
arz etme, sunma.
taklit:
delilsiz olarak hareket
etme, şeriatteki delilini bil-
meksizin bir hükümle amel
etme.
tazammun:
ihtiva etme, içine
alma, içinde bulundurma.
tebarüz:
belli olma, görünme,
bariz hale gelme.
tılsım-ı kâinat:
kâinatın tılsı-
mı, evrenin gizli sırrı.
ulema-i mütebahhirîn:
son
zamanlarda yetişen büyük
âlimler.
vukuf:
bir hâlde olduğu gibi
kalma, bir hâlde bulunma, ar-
tıp eksilmeme.
zerre:
pek ufak parça, en kü-
çük parça.
1...,412,413,414,415,416,417,418,419,420,421 423,424,425,426,427,428,429,430,431,432,...528
Powered by FlippingBook