Ahlâka dair bir i’leminde der ki: “ey fasık! Bil ki
medeniyet-i sefihe öyle müthiş bir riyayı ibraz etmiş
ve meydana çıkarmış ki, ehl-i medeniyetin ondan
kurtulması mümkün değildir. Çünkü, ehl-i medeni-
yet o riyaya şan ve şeref namını vermiş. İnsanı şa-
hıslara karşı riyakârlığa bedel unsurlara ve milletle-
re ve devletlere karşı riyakârlığa teşvik etmiş ve tari-
hi onlara müşevvik ve alkışçı ve cerideleri de, yani
gazeteleri de dellâl yapmış. ölümü unutturup, (gü-
ya) unsurları içinde bir hayatları var diye, zaman-ı
Cahiliyetteki gaddar zalimlerin desiseleri nev’inden
bir desise ile, beşeri tasannu ve riyakârlığa sevk et-
miştir.” ne kadar okunsa, okunmaya lâyık olan bu
risale dahi bir istiğfar ve Hazret-i Mevlâna’nın bir
beytiyle nihayet bulmuştur.
şeMMe
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
304
kâinatın mecmuundan tâ zerreye kadar mütena-
zilen her bir mevcudun, pek çok esma-i İlâhiyeden
Allah, Rab, Malik, Müdebbir, Mürebbî, Mutasarrıf
ve
Nazım
isimlerine şahadet ettiklerini ispat eder.
Başka bir i’leminde, hiçbir kimsenin sâni-i
Âlem’den şikâyete hakkı olmadığını gösterir.
diğer bir i’leminde kur’ân-ı Hakîm’in ilk ve ek-
ser muhatabı olan cumhur-i avamın fehimlerini na-
sıl okşadığını ve onların idraklerine nasıl müraat et-
tiğini uzun bir hakikatle beyan eder.
Mesnevî-i nuriye | 417 |
f
ihrisT
mecmu:
toplam, tüm.
medeniyet-i sefihe:
sefih mede-
niyet, zevk ve eğlenceye sevk
eden medeniyet.
muhatap:
kendisine hitap olunan,
söz söylenilen kimse.
müdebbir:
tedbir alan, her işi ön-
ceden düşünüp ona göre ayarla-
yan, plânla idare eden.
müraat:
gözetme, riayet etme.
Mürebbî-i Mutasarrıf:
her şeyi en
güzel şekilde terbiye eden ve her
şeyin sahibi olup mülkünde iste-
diği gibi tasarruf sahibi olan Allah.
müşevvik:
teşvik eden, isteğini
arttıran, arzu ve hevesini arttıran.
mütenazilen:
inerek, aşağıya
doğru.
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
dehşetli, korkunç.
nam:
ad.
nazım:
kâinattaki her şeyi düzen-
leyen ve tanzim eden Allah.
nevi:
çeşit, tür.
nihayet:
son.
rab:
besleyen, yetiştiren, verdiği
nimetlerle mahlûkatı ıslah ve ter-
biye eden Allah.
riya:
özü sözü bir olmamak, inan-
dığı gibi hareket etmeyiş, iki yüz-
lülük.
riyakâr:
riya eden, iki yüzlü, sah-
tekâr.
sâni-i Âlem:
dünyayı sanatla ya-
ratan Allah.
sevk:
önüne katıp sürme.
şahadet:
şahit olma, şahitlik; açık
alâmet, işaret.
şan:
şöhret, ün.
şeref:
onur, haysiyet.
tasannu:
yapmacık.
unsur:
milliyet.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.
Zaman-ı Cahiliyet:
cahiliyet za-
manı, cahiliye dönemi, İslâmdan
önceki cahiliyet devri.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
bedel:
karşılık.
beşer:
insan, insanlık.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
ceride:
gazete.
cumhur-i avam:
avamın
cumhuru, halkın çoğunluğu.
dair:
alakalı, ilgili.
desise:
hile, oyun, aldatmaca.
ehl-i medeniyet:
şehirliler, şe-
hir halkından olanlar, uygar,
görgülü, kibar ve nazik insan-
lar.
ekser:
en çok, daha ziyade.
esma-i ilâhiye:
Allah’ın isim-
leri.
fasık:
Allah’ın emirlerine aykırı
hareket edip fesat çıkaran, kö-
tülüğü ve günah işlemeyi âdet
haline getiren.
fehim:
anlayış.
gaddar:
çok fazla zulüm ve
haksızlık eden.
güya:
sanki.
hakikat:
gerçek, esas.
ibraz:
meydana çıkarma, orta-
ya koyma, gösterme.
idrak:
akıl erdirme, anlama,
kavrama kabiliyeti.
i’lem:
Arabcada bil anlamında
emir.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
istiğfar:
tevbe etme, Allah’tan
günahlarının bağışlanmasını
isteme.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
lâl:
dilsiz, konuşamayan, eb-
kem.
malik:
sahip.