Bir i’leminde,
¢p
Vr
Qn
’r
Gn
h p
äGn
ƒ'
ªs
°ùdG o
?r
?n
N /
¬p
JÉn
j'
G r
øp
en
h
(1)
r
ºo
µ
p
fGn
ƒr
dn
Gn
h r
ºo
µp
àn
æ°p
ùr
dn
G o
±n
Óp
à`r
NGn
h
ayetinde zikredilen
semavat ve arzın hilkati ve beşerin lisan ve renkleri-
nin ihtilâfı Cenab-ı Hâlık-ı zülcelâl’in ayetlerinden
olduğunun hakikatini gayet güzel bir tarzda beyan
ediyor. diyor ki:
“Bütün beşerin esasat-ı azada ittifakı sâniin vah-
detine, teşehhusat-ı vechiyede temayüzü sâniin
muhtar ve hakîm olduğuna gayet bâhir ve zahir de-
lildir” der, ispat eder. Beşerin birbirinden teşehhus-
ça farklarının hikmetini ve diğer mahlûkatta bu te-
mayüzün ferden ferdâ olmayıp nevi nevi oluşu, hik-
metin öyle iktiza ettiğini izah ediyor.
Başka bir i’lemde, şeytan-ı insî ve cinnînin,
bakaranın bâtınen gayet mükemmel, zahiren mis-
kin oluşu hakkındaki bir vesvesesini tard eder ve
der ki: “ey şeytan-ı cinniye üstat olan şeytan-ı insî!
eğer her şey, her şeyi maslahat miktarıyla ve lâyık-ı
veçhile yapan kadîr-i ezelî’nin sanatı olmasa idi,
senin eşeğinin kulağı senden ve senin üstatlarından
daha akıllı ve daha hazık olması lâzım gelirdi” diye
insî ve cinnî şeytanların vesveseleri yüzlerine çarpı-
larak, bakaranın, yani ineğin dahilînin mutlak oldu-
ğunu ve haricînin mukayyet oluşunun hikmetini ak-
len ve ilmen ayet muknî bir surette beyan eder.
aklen:
akıl ile, akıl yolu ile, akıl ge-
reğince.
arz:
yer, dünya.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
bâhir:
apaçık, aşikâr.
bakara:
inek, dişi sığır.
bâtınen:
dâhilen, iç yüzünde, için-
den olarak.
beşer:
insan, insanlık.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
Cenab-ı Hâlık-ı Zülcelâl:
her şeyin
yaratıcısı olan, celâl, şeref ve aza-
met sahibi olan Allah.
cinnî:
cin taifesinden olan.
dahil:
iç, içerisi.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, bürhan.
esasat-ı aza:
.
ferden ferda:
fert ferde, teke tek,
teker teker.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, esas.
hakîm:
her şeyi bir maksatla uy-
gun ve hikmetle yaratan, hikmet
sahibi Allah.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı, dışta
kalan.
hâzık:
işinin ehli, usta.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep,
fayda.
hilkat:
yaratılış.
ihtilâf:
farklı olma, ayrı oluş.
iktiza:
gerektirme, lüzumlu kılma.
i’lem:
Arabcada bil anlamında
emir.
ilmen:
ilim ile, ilmî bir şekilde.
insî:
insan cinsinden.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
ittifak:
birleşme, birlik.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile anlat-
ma.
Kadîr-i ezelî:
her şeye gücü ye-
ten, varlığının evveli olmayan, Al-
lah.
lâyık-ı vechile:
usûle uygun.
lisan:
dil.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah tara-
fından yaratılanlar.
maslahat:
fayda, maksat.
miskin:
uyuşuk, tembel, hareket-
siz, zavallı.
muhtar:
hareketinde serbest
olan, hükmü elinde olan, istediği
gibi davranan, dilediğini yapan.
mukayyet:
kayıtlı, sınırlı, bağlı.
1.
Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin, seslerinizin ve simâlaınızın farklı-
lığı da yine Onun âyetlerindendir. (Rum Suresi: 22.)
f
ihrisT
| 416 | Mesnevî-i nuriye
mukni:
ikna eden, inandıran,
inandırıcı, kandıran.
mutlak:
.
nev’î:
nevi ile ilgili, nev’e ait,
çeşitle ilgili.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
semavat:
semalar, gökler.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şeytan-ı cinnî:
görünmeyen,
cinnî şeytan.
şeytan-ı insî:
insan suretinde-
ki şeytan, şeytan gibi insan.
şeytan-ı insî ve cinnî:
insan-
lardan ve cinlerden olan şey-
tanlar.
tard:
kovma, çıkarma, uzak-
laştırma, sürme.
tarz:
biçim, şekil, suret.
temayüz:
kendini gösterme,
seçkin hale gelme.
teşahhus:
şahıslanma, şahıs
hâline girme.
teşahhusat-ı vechiye:
yüze
ait belirmeler.
üstat:
öğretici, öğretmen.
vahdet:
birlik ve teklik.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kal-
be gelen asılsız kötü ve sinsi
düşünce.
zahir:
açık, aşikâr.
zahiren:
görünüşte.
zikretmek:
anmak, bildirmek.