Dördüncüsü:
Birinciler evvelen ve bizzat Hakka, na-
zar-ı tebeî olarak halka bakarlar, ikinciler evvelen ve biz-
zat halka bakarlar.
Beşincisi:
Birinciler Hudaperesttirler, ikinciler hodpe-
resttirler.
(1)
p
á°n
ùp
eÉs
£dG p
án
ªr
?t
¶dG n
øp
e o
™ p
WÉs
°ùdG o
ABÉn
«°u
†dG n
ør
jn
Gn
h És
j n
ôt
ãdG n
øp
e …'
ôs
ãdG n
ør
jn
G
ó®ò
Tenvir
Meselâ, küre-i arz rengârenk muhtelif ve küçük küçük
cam parçalarından farz olunursa, her biri başka hasiyet-
le levnine ve cirmine ve şekline nispetle şemsten bir fe-
yiz alacaktır. Şu hayalî feyiz ise, ne güneşin zatı ve ne de
ayn-ı ziyasıdır. Hem de ziyanın temasili ve elvan-ı seb’a-
sının tesaviri ve güneşin tecellisi olan şu gûnagûn ve ren-
gârenk çiçeklerin elvanı, faraza lisana gelseler, her biri
“güneş benim gibidir” veyahut “güneş benim” diyecek-
lerdir.
@ âr
°SÉn
«p
dr
hn
G p
?Gn
O ¬p
c ?/
Jn
’Én
«n
M r
¿B
G
(2)
âr
°SGn
óo
N p
¿Én
à°r
Sƒo
H p
¿Én
jho
ôr
¡n
e p
¢ùr
µn
Y
Fakat, ehl-i vahdetüşşuhudun meşrebi
fark
ve
sahv’-
dır; ehl-i vahdetülvücudun meşrebi
mahv
ve
sekir’
dir. sa-
fî meşrep ise,
meşreb-i ehl-i fark ve sahv’
dır.
Mesnevî-i nuriye | 403 |
n
okTa
hayalî:
hayalle ilgili, gerçek olma-
yan.
hodperest:
mağrur, kendini çok
beğenen, kendine tapan, kibirli.
hudaperest:
Allah’a, hak ve haki-
kata taraftar olan.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
levn:
renk.
lisan:
dil.
mahv:
tasavvufta kulun kendi
varlığını Allah’ın varlığı karşısında
hiç görmesi, yok bilmesi (fenâfil-
lâh makamı).
meselâ:
örneğin.
meşreb-i ehl-i fark ve sahv:
İlâhî
aşk için dünyadan alâkayı tama-
men kesip, tekrar dönen kişilerin
takip ettiği yol.
meşrep:
gidiş, hareket tarzı, tavır,
tutum, meslek.
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli.
nazar-ı-tebeî:
ikinci derecede ba-
kış.
nispet:
oran, ölçü.
rengârenk:
çeşitli renkleri olan,
türlü renklerde olan, renk renk.
safî:
samimî, hâlis, saf.
sahv:
tasavvufta kendinden geçiş
hâlinin sonu, beş duyu âlemine
tekrar dönme, uyanıklık.
sekir:
sarhoşluk, kendinden geçiş.
şems:
güneş.
tecelli:
belirme, bilinme, görün-
me.
temasil:
şekiller, örnekler.
tenvir:
nurlandırma, aydınlatma,
ışıklandırma.
tesavir:
tasvirler, resimler.
zat:
kişi, şahıs.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
ayn-ı ziya:
ışığın ta kendisi.
bizzat:
kendisi, şahsen.
cirim:
vücut, ten, cüsse, ha-
cim, büyüklük.
ehl-i vahdetülvücut:
vahde-
tülvücutçular, varlığın tek ol-
duğunu kabul eden tasavvufî
görüşü benimseyenler.
ehl-i vahdetüşşuhut:
görülen,
gözlenen âlemin (dünyanın)
birliğini benimseyenler.
elvan:
levnler, renkler, çeşit-
ler.
elvan-ı seb’a:
yedi renk.
evvelen:
evvelâ, birinci, ilk
olarak.
faraza:
farz edelim ki, öyle sa-
yalım ki, söz gelişi.
fark:
tasavvufta İlâhî aşk ile
dünyadan alâkayı kesip âdeta
beş duyunun fonksiyonlarını
yitirmek.
farz:
bir netice elde etmek
için gerçek olarak kabul edi-
len bir tahminde bulunma.
feyiz:
bolluk, bereket, ihsan,
bağış.
gûnagûn:
rengârenk.
hasiyet:
bir şeye has özellik,
nitelik.
1.
Sera nerede, Süreyya nerede; parlak ışık nerede zifiri karanlık nerede?
2.
Şüphesiz evliyaların tuzağı olan hayaller, ancak Allah’ın bahçesine de nurlu yüzleri aksetti-
ren aynalardır.