evet, delil içinde neticeyi görmek, âlemde sânii müşa-
hede etmek; tarik-ı istiğrakkârâne cihetiyle, cedavil-i ek-
vanda cereyan-ı tecelliyat-ı İlâhiyeyi ve melekûtiyet-i eş-
yada sereyan-ı füyuzatı ve merâyâ-i mevcudatta tecelli-i
esma ve sıfâtı, yalnız zevken anlaşılır birer hakikat iken,
dıyk-ı elfaz sebebiyle ulûhiyet-i sariye ve hayat-ı sariye ta-
bir ettiler. ehl-i fikir, o hakaik-ı zevkiyeyi nazarın meka-
yisine sıkıştırdığından, çok evham-ı batılaya menşe oldu.
Maddeperver hükema ve zaifü’l-itikat ehl-i nazarın
vahdetülvücudu ile evliyanın vahdetülvücudu, tamamen
birbirinin zıddıdır. Beş cihetten fark vardır:
Birincisi:
Muhakkikîn-i sofiye, Vacibü’l-Vücud’a o ka-
dar hasr-ı nazar etmiş ve müstağrak olmuş ve ehemmi-
yet vermişler ki, onun hesabına kâinatın vücudunu inkâr
etmişler. Hükema ve zaifü’l-itikat olanlar, maddeye o ka-
dar hasr-ı nazar etmişler ve müstağrak olmuşlar ki,
fehm-i ulûhiyetten uzaklaştılar ve o derece maddeye kıy-
met verdiler ki, her şeyi maddede görmek, hatta ulûhi-
yeti onda mezç etmek, hatta kâinat hesabına ulûhiyetten
istiğna etmek derecede tarik-ı müteassifeye girmişlerdir.
İkincisi:
Muhakkikîn-i sofiyenin vahdetülvücudu, vah-
detüşşuhudu tazammun eder; ikincilerin vahdetü’l-mev-
cudu tazammun eder.
Üçüncüsü:
Birincilerin mesleği zevkîdir; ikincilerin
nazarîdir.
âlem:
dünya, cihan; bütün yaratıl-
mışlar.
cedavil-i ekvan:
varlıklar âlemin-
deki, kâinattaki kanallar, yollar.
cereyan-ı tecelliyat-ı ilâhiye:
Ce-
nab-ı Hakkın kendini gösteren
yansımaların birbiri ardına akıp
gitmesi.
cihet:
yön.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, bürhan.
dıyk-ı elfaz:
sözlerin yetersizliği;
kelimelerin ifadede yetersiz kal-
ması, ifade zorluğu.
ehemmiyet:
önem, kıymet.
ehl-i fikir:
fikir ehli, düşünmeye
önem verenler, amel ve ibadetten
ziyade ilim ve fikre ağırlık veren-
ler; düşünürler.
ehl-i nazar:
gözlü tabaka denilen
gördüğü ile düşünebilen ve hare-
ket edebilenler.
esma:
adlar, isimler.
evham-ı batıla:
saçma sapan ku-
runtular; boş, yanlış kanaatler.
evliya:
veliler, Allah dostları.
fehm-i ulûhiyet:
ulûhiyet anlayı-
şı.
hakaik-ı zevkiye:
manevî haz ve
lezzet anının doğruları, gerçekleri.
hasr-ı nazar:
bakışı bir tarafa ve-
ya noktaya dikme.
hükema:
filozoflar.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
istiğna:
ihtiyaçsızlık, gerek duy-
mazlık.
maddeperver:
maddeye düşkün,
maddeye tapan.
mekayis:
ölçüler; kıyaslamalar.
melekûtiyet-i eşya:
nesnelerin,
varlıkların iç yüzü, esası, mahiye-
ti.
menşe:
esas, kaynak.
merâyâ-i mevcudat:
varlıklar ay-
naları; yansıtan, ayna görevi ya-
pan varlıklar.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sistem.
mezç:
katma, karıştırma.
muhakkikîn-i sofiye:
tasavvufla
uğraşan hakikati araştıran âlimler.
müşahede:
İlâhî güzellikleri ve sır-
ları görme, seyretme.
müstağrak:
kendinden geçmiş.
nazar:
bakış; düşünce, fikir.
nazarî:
uygulanmamış, uygula-
maya dayalı olmayan, yalnız gö-
rüş hâlinde bulunan, teorik.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
sereyan-ı füyuzat:
feyiz ve bere-
ketlerin sür’atle birbirini taki et-
mesi.
sıfât:
vasıflar, nitelikler, sıfatlar.
n
okTa
| 402 | Mesnevî-i nuriye
tabir:
ifade.
tarik-ı istiğrakkârâne:
İlâhî
aşk sebebiyle kendinden ge-
çerek dünya ve âlemi unutup
reddedercesine davranmayı
öngören yol.
tarik-ı müteassife:
Hak’tan
sapmış yol.
tazammun:
ihtiva etme, içine
alma, içinde bulundurma.
tecelli:
belirme, bilinme, gö-
rünme.
ulûhiyet:
ilâhlık, Allahlık.
ulûhiyet-i sariye ve hayat-ı
sariye:
İlâhî sıfatların ve Al-
lah’ın hayatının, diriliğinin var-
lıklara sirayet etmesi, bulaş-
ması anlamında vahdetülvü-
cut ehlince kullanılan tasavvu-
fî tabirler.
vacibü’l-vücud:
varlığı zarurî
ve zatî olan; varlığı başkasının
varlığına bağlı değil, kendin-
den olup ezelî ve ebedî olan
Allah.
vahdetü’l- mevcut:
madde
tektir, yani her şey madde de-
mektir.
vahdetülvücut:
vücudun bir-
liği, varlığın bir ve tek olduğu
düşüncesi, varlıkları bir bilme
düşüncesi; varlığın tek oldu-
ğunu, her şeyin bir olan Al-
lah’ın değişik görünüşleri ol-
duğuna inanma
vahdetüşşuhut:
kulun her şe-
yi bir olarak görmesi, görülen
şeylerin tek varlık hâlinde gö-
rülmesi, İlâhî tecellilerin belir-
mesi anında Allah’tan başka
bir şeyin görülmemesi hâli.
zaifü’l-itikat:
zayıf inançlı.
zevken:
zevk olarak.
zevkî:
zevkle ilgili, zevke ait.