Mektubat - page 820

f
iHriSTe
-
i
m
ekTuBaT
| 820 | Mektubat
Dördüncü Sualin
cevabında mahbuplara
olan aşk-ı mecazî aşk-ı hakikîye inkılâp ettiği gibi,
koca dünyaya karşı insanın aşk-ı mecazîsi dahi,
sırr-ı iman ile makbul bir aşk-ı hakikîye inkılâp ede-
bildiğini gayet güzel ve mukni bir surette ispat eder.
İkinci Mektup
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
27-29
Bu zamanda, zaruret olmadan, irşad-ı nâsa ve
neşr-i dine çalışanların sadakaları ve hediyeleri
kabul etmemeleri lâzım geldiğinin sırrını dört
sebeple beyan eder.
(1)
$G n
¤n
Y s
’p
G n
…p
ôr
Ln
G r
¿p
G
ayeti ile
(2)
Gk
ôr
Ln
G r
ºo
µ
o
?`n
Ä°r
ùn
j n
’ r
øn
e Gƒo
©p
Ñs
Jp
G
ayeti gibi, insanlardan
istiğna hakkındaki ayatın mühim bir sırrını tefsir
eder. Ve ilim ve dini neşre çalışan insanlar, müm-
kün olduğu kadar istiğna ve kanaatle hareket et-
mezse, hem ehl-i dalâletin ittihamına hedef olur,
hem izzet-i ilmiyeyi muhafaza edemez. Hem, salâ-
hat ve neşr-i din gibi umur-i uhreviyeye mukabil he-
diyeleri almak, ahiret meyvelerini dünyada fânî bir
surette yemek demektir.
Üçüncü Mektup
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
30-35
(3)
¢p
ùs
æ`o
µ
r
dG p
QGn
ƒn
ér
dn
G @¢p
ùs
æ`o
îdÉp
H o
º°p
ùr
bo
G '
B
Ón
a
kaseminde ve yeminindeki ulvî bir nur-i i’cazîyi ve
(4)
p
Ë/
ón
?r
dG p
¿ƒo
Lr
ôo
©r
dÉn
c n
OÉn
s
à`n
M n
?p
RÉn
æn
e o
?Én
`fr
Qs
ón
b n
ôn
ªn
?r
dGn
h
ahiret:
öbür dünya, sonsuz hayat
yurdu.
aşk-ı hakikî:
gerçek aşk.
aşk-ı mecazî:
nefis ve şehvet
üzerine bina edilmiş aşk.
ayat:
Kur’ân ayetleri.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
beyan etmek:
açıklamak, izah it-
mek.
ehl-i dalâlet:
yoldan çıkanlar, az-
gın ve sapkın kimseler.
fânî:
ölümlü.
hediye:
armağan.
inkılâp:
değişim, dönüşüm.
irşad-ı nâs:
insanları doğru yola
yöneltme, uyarma.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
istiğna:
yetinme, aza kanaat et-
me.
ittiham:
suçlama, suçlu kılma.
izzet-i ilmiye:
ilmin izzeti, ilmin
gerektirdiği ciddîlik.
kanaat:
kısmete razı olma.
kasem:
yemin.
mahbup:
sevilmiş, sevilen.
makbul:
kabul edilen, reddedil-
meyen.
muhafaza:
koruma.
mukabil:
karşılık.
mukni:
ikna eden, inandıran.
mühim:
önemli.
mükâfat:
ödül.
1.
Benim mükâfatım ancak Allah’a aittir. (Yunus Suresi: 72.)
2.
Doğru yolda olan ve sizden bir ücret de istemeyen kimselere uyun. (Yâsin Suresi: 21.)
3.
Yemin olsun gizlenen ve açığa çıkan yıldızlara (Tekvir Suresi: 15-16.)
4.
Aya gelince, onun için de menziller takdir ettik, ki kurumuş hurma dalının ince yay hâlini
alıncaya kadar incelir. (Yâsin Suresi: 39.)
neşir:
yayma, yayın.
neşr-i din:
dini ilmi ve bilgiyi
yaymak.
nur-i i’cazî:
mu’cizelik nuru,
aydınlığı.
sadaka:
farz olmadığı hâlde
kişinin fakirlere verdiği para,
mal vs. gibi şeyler.
salâhat:
dindarlıkta çok ileri
olma hâli.
suret:
biçim, şekil.
sır:
gizli, bilinmeyen İlâhî hik-
met.
sırr-ı iman:
iman sırrı, imanın
aslı esası.
tefsir etmek:
açıklamak.
ulvî:
yüce.
umur-i uhreviye:
ahirete ait
işler.
zaruret:
zorunluluk, mecburi-
yet.
1...,810,811,812,813,814,815,816,817,818,819 821,822,823,824,825,826,827,828,829,830,...1086
Powered by FlippingBook