f
iHriSTe
-
i
m
ekTuBaT
| 824 | Mektubat
(1)
n
Ú/
ªp
Ms
ôdG o
ºn
Mr
Qn
G n
ƒo
gn
h Ék
¶ p
aÉn
M l
ôr
«n
N *Én
a
’in parlak bir
nüktesini tefsir ediyor.
Dokuzuncu Mektup
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
54-59
keramet ve ikram ve inayet ve istidraca dair mü-
him bir kaideyi beyan eder. kerametin izharı zarar
olduğu gibi, ikramın izharı şükür olduğunu; ve en
selâmetli keramet ise, bilmediği hâlde mazhar ol-
mak olduğunu; ve hakikî keramet ise, kendi nefsine
değil, belki rabbine itimadını ziyadeleştiren olduğu-
nu, yoksa istidraç olduğunu; hem hayat-ı dünyevi-
yeyi bahtiyarâne geçirmenin çaresi, ahiret için veri-
len hissiyat-ı şedideyi dünyanın fânî umuruna sarf
etmemek olduğunu; ve aşkın mecazî ve hakikî iki
nev’i olduğu gibi, hırs ve inat ve endişe-i istikbal gi-
bi hissiyat-ı şedidenin dahi mecazî ve hakikî olarak
ikişer kısmı bulunduğunu; mecazîleri gayet zararlı
ve suiahlâka menşe ve hakikîleri gayet nafi ve hüs-
nüahlâka medar olduğunu ispat eder.
Hem, İslâm ve imanın mühim bir farkını beyan
eder. Yani, İslâmiyet hakka tarafgirlik ve iltizamdır;
iman ise, hakkı iz’an ve tasdiktir. Yirmi sene evvel
dinsiz bir Müslüman bulunduğu gibi, şimdi de gayri-
müslim mü’min dahi bulunur gibi göründüğünü gös-
terir.
Hem, risale-i nur eczaları ne derece şiddetli bir
surette İslâmiyete tarafgirlik hissini verdiğini ve
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp sonsuz olarak devam
edecek olan ikinci hayat.
bahtiyarâne:
bahtiyarcasına,
mutlulukla.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
ecza:
parçalar, kısımlar.
endişe-i istikbal:
gelecek kaygısı.
fânî:
ölümlü.
gayet:
son derece.
gayrimüslim:
Müslüman olma-
yan, diğer dinlere mensup olan
kimseler.
hak:
doğru.
hakikî:
gerçek, doğru olan.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya ait
olan hayat.
his:
duygu.
hissiyat-ı şedit:
şiddetli duygular.
hüsnüahlâk:
iyi ahlâk, güzel ah-
lâk.
hırs:
aç gözlülük, tamahkârlık.
ikram:
saygı gösterme, hürmet
etme, ödül verme.
iltizam:
kendi için lüzumlu say-
ma, kendi üzerine alma.
iman:
inanç, itikat.
inayet:
yardım, İlâhî yardım.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
istidraç:
derece derece Allah’ın
rahmetinden uzaklaşıp azabına
yaklaşması için azgın ve günah-
kâr kimselere verilen bir takım
olağanüstü hâller ve bir takım
dünyevî üstün makam ve mevki-
ler.
itimat:
güvenme, emniyet etme.
iz’an:
anlayış, kavrayış, akıl.
izhar:
açığa vurma, meydana çı-
karma.
kaide:
kural, esas, prensip.
keramet:
Allah’ın velî kullarında
görülen olağanüstü hâller veya
1.
En iyi koruyucu Allah’tır; merhametlilerin en merhametlisi de Odur. (Yusuf Suresi: 64.)
tabiatüstü hâdiseler.
mazhar:
nail olmuş, erişmiş,
kavuşmuş.
mecazî:
kelimenin kendisi
için konduğu gerçek anlamı-
nın dışında, mecaz anlam.
medar:
kaynak, sebep.
menşe:
kaynak.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek, korumak.
mühim:
önemli.
mü’min:
inanan.
nafi:
yararlı, fayda, sağlayıcı.
nefis:
kendi, şahıs.
nevi:
çeşit, tür.
nükte:
herkesin anlayamadı-
ğı ince, gizli anlam.
Rab:
yaratan, besleyen, yetiş-
tiren, verdiği nimetlerle mah-
lûkatı ıslah ve terbiye eden
Allah.
sarf etmek:
harcamak, kul-
lanmak.
selâmetli:
güvenli, sağlıklı.
suiahlâk:
kötü ahlâk.
suret:
biçim, şekil.
şükür:
görülen bir iyiliğe kar-
şılık hoşnutluk, memnunluk
ve minnettarlık ifade etme,
teşekkür.
tarafgirlik:
taraf tutmak.
tasdik:
doğrulama.
tefsir:
açıklama.
umur:
işler.
ziyade:
çoğaltma.