olan tama yüzünden yakalasalar, geçen hakikati düşü-
nüp, bu fakir kardeşinizi numune-i imtisal ediniz. sizi bü-
tün kuvvetimle temin ederim ki, kanaat ve iktisat, maaş-
tan ziyade sizin hayatınızı idame ve rızkınızı temin eder.
Bahusus size verilen o gayrimeşru para, sizden, ona mu-
kabil bin kat fazla fiat isteyecek. Hem, her saati size ebe-
dî bir hazineyi açabilir olan hizmet-i kur’âniyeye set çe-
kebilir veya fütur verir. Bu öyle bir zarar ve boşluktur ki,
her ay binler maaş verilse, yerini dolduramaz.
İHtaR:
ehl-i dalâlet, kur’ân-ı Hakîm’den alıp neşret-
tiğimiz hakaik-ı imaniye ve kur’âniyeye karşı müdafaa ve
mukabele elinden gelmediği için, münafıkane ve desise-
kârâne iğfal ve hile damını (tuzağını) istimal ediyor. dost-
larımı hubb-i câh, tama ve havf ile aldatmak ve beni bazı
isnadat ile çürütmek istiyorlar. Biz kudsî hizmetimizde da-
ima müspet hareket ediyoruz. Fakat, maatteessüf, her bir
emr-i hayırda bulunan mânileri defetmek vazifesi, bizi
bazen menfi harekete sevk ediyor. İşte bunun içindir ki,
ehl-i nifakın hilekârâne propagandasına karşı, kardeşle-
rimi sabık üç nokta ile ikaz ediyorum, onlara gelen hücu-
mu def’e çalışıyorum.
Şimdi en mühim bir hücum, benim şahsımadır. diyor-
lar ki: “said, kürd’dür, neden bu kadar ona hürmet edi-
yorsunuz, arkasına düşüyorsunuz?”
İşte, bilmecburiye, böyle herifleri susturmak için, dör-
düncü desise-i Şeytaniyeyi, istemeyerek, eski said lisa-
nıyla zikredeceğim.
ihtar:
hatırlatma.
ikaz etme:
uyarma.
iktisat:
tutumluluk.
isnadat:
isnatlar, dayandırmalar,
dayanacaklar.
istimal etmek:
kullanmak.
kanaat:
kısmete razı olma, yetin-
me.
kudsî:
mukaddes, temiz, pak.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
lisan:
dil.
maaş:
geçim sağlayacak şey.
maatteessüf:
üzüntüyle ifade et-
mek gerekir ki.
mâni:
meneden, engel olan.
menfi:
olumsuz.
mukabele:
karşılık verme.
mukabil:
karşılık.
müdafaa:
savunma.
mühim:
önemli.
münafıkane:
münafıkça.
müspet hareket etmek:
olumlu,
yapıcı hareket etmek.
neşretmek:
dağıtmak, yaymak.
numune-i imtisal:
örnek alına-
cak numune.
propaganda:
bir inanç, düşünce
vb.’ni benimsetmek amacını gü-
den faaliyet.
rızık:
yiyecek, içecek şey.
sabık:
geçmiş.
set çekmek:
mâni olmak, engel
olmak.
sevk etmek:
yönlendirmek.
tama:
hırs, aç gözlülük.
temin etmek:
güven hissi ver-
mek, sağlamak.
vazife:
görev.
zikir:
anma, bildirme.
ziyade:
çok, fazla.
bahusus:
hususiyetle, özellik-
le.
bilmecburiye:
mecbur ola-
rak, zorunlu olarak.
daima:
sürekli, her zaman.
def etmek:
kaldırmak, yok
etmek, uzaklaştırmak.
def’e çalışmak:
uzaklaştır-
mak.
desise-i şeytaniye:
şeytanın
hilesi, oyun ve aldatması.
desisekârâne:
hile ve aldat-
mayla.
dost:
sevilen insan.
ebedî:
sürekli, sonsuz.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli, az-
gın ve sapkın kimseler.
ehl-i nifak:
iki yüzlü kimseler,
münafıklar.
emr-i hayır:
hayırlı bir iş,
emir.
fiat:
değer.
fütur:
zayıflık.
gayr-ı meşru:
dine aykırı, he-
lâl olmayan.
hakaik-ı imaniye ve kur’âni-
ye:
iman ve Kur’ân hakikatle-
ri.
hakikat:
gerçek.
hareket:
davranış, tutum.
havf:
korku.
hazine:
zengin ve değerli
kaynak.
hile:
desise, aldatma.
hilekârâne:
hile yaparak, al-
datarak.
hizmet:
bir uğurda çalışma,
çabalama.
hizmet-i kur’âniye:
Kur’ân’ın
hizmeti.
hubb-i câh:
makam sevgisi.
hücum:
saldırma.
hürmet:
riayet, ihtiram, saygı.
idame:
devam ettirme.
iğfal:
yanıltma.
Mektubat | 711 |
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup