Beşincitaife
, fakirler ve zayıflar taifesidir. Acaba, ha-
yatın ağır tekâlifini fakirlik vasıtasıyla elîm bir tarzda çe-
ken fakirlerin ve hayatın müthiş dağdağalarına karşı çok
müteessir olan zayıfların hamiyet-i milliyeden hisseleri
yok mudur? Bu bîçarelerin ye’sini ve elemini arttıran ve
sefih bir kısım zenginlerin mel’abe-i hevesatı ve zalim bir
kısım kavilerin vesile-i şöhret ve şekaveti olan Frenkmeş-
rebâne ve perdebirûnâne ve firavunâne medeniyetper-
verlik namı altında yaptığınız harekâtta mıdır? Bu bîçare
fukaraların fakirlik yarasına merhem ise, unsuriyet fikrin-
den değil, belki İslâmiyetin eczahane-i kudsiyesinden çı-
kabilir. zayıfların kuvveti ve mukavemeti, karanlık ve te-
sadüfe bağlı, şuursuz, tabiî felsefeden alınmaz; belki ha-
miyet-i İslâmiye ve kudsî İslâmiyet milliyetinden alınır.
Altıncıtaife
gençlerdir. Bu gençlerin gençlikleri eğer
daimî olsaydı, menfi milliyetle onlara içirdiğiniz şarabın
muvakkat bir menfaati, bir faydası olurdu. Fakat o genç-
liğin lezzetli sarhoşluğu, ihtiyarlıkla elemle ayılması ve o
tatlı uykunun ihtiyarlık sabahında esefle uyanmasıyla, o
şarabın humarı ve sıkıntısı onu çok ağlattıracak ve o lez-
zetli rüyanın zevalindeki elem ona çok hazin teessüf et-
tirecek. “eyvah! Hem gençlik gitti, hem ömür gitti, hem
müflis olarak kabre gidiyorum. keşke aklımı başıma al-
saydım!” dedirecek. Acaba bu taifenin hamiyet-i milliye-
den hissesi, az bir zamanda muvakkat bir keyif görmek
için, pek uzun bir zamanda teessüfle ağlattırmak mıdır?
Yoksa onların saadet-i dünyeviyeleri ve lezzet-i hayatiye-
leri, o güzel, şirin gençlik nimetinin şükrünü vermek
merhem:
ilâç.
milliyet:
bir milleti diğer millet-
lerden ayıran hâllerin ve özellik-
lerin tamamı, inanç, tarih, dil, ge-
lenek, kültür, ideal vatan birliği.
mukavemet:
karşı koyma, diren-
me.
muvakkat:
geçici.
müflis:
iflâs etmiş.
müteessir:
hüzünlü, etkilenen.
müthiş:
dehşetli, korkunç.
nam:
ad.
nimet:
lütuf, ihsan.
perdebirûnâne:
hayâsızca, terbi-
yesizce, utanma duygusunu yır-
tarcasına.
saadet-i dünyeviye:
dünya sa-
adeti, mutluluğu.
sefih:
yasak olan, zevk ve eğlen-
ceye aşırı düşkün olan.
şekavet:
sıkıntıda kalmak, mut-
suzluk.
şuur:
bilinç.
şükür:
görülen bir iyiliğe karşı
hoşnutluk, memnunluk ve min-
nettarlık ifade etme, teşekkür; ni-
met sahibi olan Allah’ı tanıma ve
ona ibadetle emirlerini yerine ge-
tirme.
tabiî felsefe:
tabiatçı, materyalist
felsefe; her şeyin tabiatın tesiriy-
le olduğunu savunan felsefî gö-
rüş.
taife:
takım, kısım, grup.
tarz:
biçim, suret, şekil.
teessüf:
eseflenme, acı duyma.
tekâlif:
teklifler, sorumluluklar.
tesadüf:
rastlantı.
unsuriyet:
ırkçılık.
vasıta:
aracılık.
vesile-i şöhret:
şan, şöhret vesi-
lesi.
yeis:
ümitsizlik.
zaif:
zayıf.
zalim:
zulmeden, haksızlık eden.
zeval:
sona erme, geçicilik, yok-
luk.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
dağdağa:
gürültü, boş telâş
ve sıkıntı.
daimî:
sürekli, devamlı.
eczahane-i kudsiye:
İlâhî,
mukaddes eczahane.
elem:
üzüntü, maddî-manevî
ıztırap.
elîm:
çok acı verici, acıklı.
esef:
keder, hüzün, üzüntü.
faide:
fayda.
fikir:
düşünce.
firavunâne:
firavunca, dinsiz-
ce.
Frenkmeşrebâne:
Batılıları
taklit edercesine, onların ah-
lâkına özenerek.
fukara:
fakirler.
hamiyet-i İslâmiye:
İslâmın
değerlerini koruma ve sahip
çıkma gayreti.
hamiyet-i milliye:
millet için,
millî gayeler uğruna fedakâr-
lıkta bulunma, çalışma, gay-
ret etme.
harekât:
hareketler, davra-
nışlar.
hazin:
hüzün veren, acıklı.
hisse:
pay.
humar:
sarhoşluktan doğan
sersemlik.
İslâmiyet:
Müslümanlık.
kabir:
mezar.
kavi:
güçlü, kuvvetli.
kısım:
takım, grup.
kudsî:
mukaddes.
lezzet:
tat, haz.
lezzet-i hayat:
hayatın zevk
ve lezzetleri.
medeniyetperver:
medeni-
yet sever, çağdaşlık.
mel’abe-i hevesat:
arzu ve
heves uyandıran oyunlar.
menfaat:
fayda, yarar.
menfi:
olumsuz.
Mektubat | 717 |
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup