Bu dürus-i kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme
ve müçtehitler de olsalar, vazifeleri, ulûm-i imaniye cihe-
tinde, yalnız yazılan şu sözlerin şerhleri ve izahlarıdır ve-
ya tanzimleridir. Çünkü, çok emarelerle anlamışız ki, bu
ulûm-i imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz. eğer
biri, dairemiz içinde, nefsin enaniyet-i ilmiyeden aldığı
bir his ile, şerh ve izah haricinde bir şey yazsa, soğuk bir
muaraza veya nakıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çün-
kü, çok delillerle ve emarelerle tahakkuk etmiş ki, risa-
le-i nur eczaları kur’ân’ın tereşşuhatıdır; bizler, taksimü-
la’mal kaidesiyle, her birimiz bir vazife deruhte edip o
âb-ı hayat tereşşuhatını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz.
aLtINCI DeSİSe-İ ŞeYtaNİYe
Şudur ki: İnsandaki
tembellik
ve
tenperverlik
ve
vazi-
fedarlık
damarından istifade eder.
evet, şeytan-ı ins ve cinnî her cihette hücum ederler.
Arkadaşlarımızdan metin kalbli, sadakati kuvvetli, niyeti
ihlâslı, himmeti âlî gördükleri vakit, başka noktalardan
hücum ederler. Şöyle ki:
İşimize sekte ve hizmetimize fütur vermek için, onla-
rın tembelliklerinden ve tenperverliklerinden ve vazife-
darlıklarından istifade ederler. onlar, öyle desiselerle on-
ları hizmet-i kur’âniyeden alıkoyuyorlar ki, haberleri ol-
madan bir kısmına fazla iş buluyorlar, tâ ki hizmet-i
kur’âniyeye vakit bulmasın; bir kısmına da dünyanın ca-
zibedar şeylerini gösteriyorlar ki, hevesi uyanıp, hizmete
karşı bir gaflet gelsin. Ve hakeza, bu hücum yolları uzun
kısım:
takım, çeşit.
metin:
sağlam ve dayanıklı.
muaraza:
sözle karşılıklı mücade-
le.
muhtaç:
ihtiyacı olan.
müçtehit:
ayet ve hadislerden
şer’î hükümler çıkarabilen, gerek-
li bütün ehillik şartlarına sahip
olan, geniş ve derin bilgili din âli-
mi.
nakıs:
noksan, eksik.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
niyet:
maksat, düşünce.
nokta:
yön, cihet.
sadakat:
bağlılık, doğruluk, sebat.
sekte:
kesilme, duraklama.
şerh:
açıklama, yorumlama.
şeytan-ı ins ve cinni:
cinlerden
ve insanlardan olup şeytanlık
özelliği gösteren kimseler
tahakkuk etme:
gerçekleşme.
taklit:
benzerini yapmaya çalış-
mak.
taksimüla’mal:
iş bölümü.
tanzim:
düzenleme, tertipleme.
tavzif edilme:
görevlendirilme.
tenperver:
rahatına düşünkün,
tembellikten hoşlanan.
tereşşuhat:
damlamalar, sızıntı-
lar.
ulûm-i imaniye:
imanî ilimler.
vakit:
zaman.
vazife:
görev.
vazifedar:
vazifeli.
âb-ı hayat:
hayat suyu.
âlî:
yüce, yüksek.
allâme:
ilmi seviyesi çok yük-
sek olan âlim.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
cihet:
yön, taraf.
delil:
emare, bürhan.
deruhte etme:
üzerine alma,
yerine getirme.
desise:
hile, aldatma.
desise-i şeytaniye:
şeytanın
hilesi, aldatması.
dürus-i kur’âniye:
Kur’ân’ın
prensip ve kaidelerine ait
dersler.
ecza:
cüzler, parçalar, kısım-
lar.
emare:
alâmet, belirti.
enaniyet-i ilmiye:
ilim sahibi
olmaktan gelen benlik ve
enaniyet, gurur.
fetva:
dini meselelere tam
vâkıf kimseler tarafından ve-
rilen şer’î hüküm.
fütur:
zayıflık, gevşeklik.
gaflet:
gafillik, endişesizlik,
duyarsızlık.
hakeza:
böylece, bunun gibi.
hariç:
dışında.
heves:
istek, arzu.
himmet:
çalışma, gayret gös-
terme.
his:
duygu.
hizmet-i kur’âniye:
Kur’ân’ın
hizmeti.
hücum:
saldırma.
hükmüne geçmek:
yerine
geçmek, değerinde olmak.
ihlâs:
samimî, samimiyet,
ibadet ve davranışlarda sade-
ce Allah’ın rızasını gözetme.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
izah:
açıklama.
kaide:
esas, kural.
Mektubat | 725 |
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup