onlar diyebilirler ki: “Madem biz raiyetiniz değiliz, siz de
bizim hükûmetimiz değilsiniz.”
Hem hiçbir hükûmet iki cezayı birden vermez. Bir ka-
tili ya hapse atar veyahut idam eder. Hem hapisle ceza,
hem idamla ceza bir yerde vermek hiçbir usulde yoktur.
İşte, madem vatana ve millete hiçbir zararım dokun-
madığı hâlde, beni sekiz senedir en yabanî ve hariç bir
milletten cani bir adama dahi yapılmayan bir esaret altı-
na aldınız. Canileri affettiğiniz hâlde, hürriyetimi selbe-
dip hukuk-i medeniyeden ıskat ederek muamele ettiniz.
“Bu da vatan evlâdıdır” demediğiniz hâlde, hangi usul
ile, hangi kanun ile bîçare milletinize rızaları hilâfına ola-
rak tatbik ettiğiniz bu hürriyetşiken usulünüzü, benim gi-
bi her cihetle size yabancı bir adama teklif ediyorsunuz?
Madem Harb-i Umumîde, ordu kumandanlarının şa-
hadetiyle, vasıta olduğumuz çok fedakârlıkları ve vatan
uğrunda cansipârâne mücahedeleri cinayet saydınız. Ve
bîçare milletin hüsnüahlâkını muhafaza ve saadet-i dün-
yeviye ve uhreviyelerinin teminine pek ciddî ve tesirli ça-
lışmayı hıyanet saydınız. Ve manen menfaatsiz, zararlı,
hatarlı, keyfî, küfrî frenk usulünü kendinde kabul etme-
yen bir adama sekiz sene ceza verdiniz. (Şimdi ceza yir-
mi sekiz sene oldu.) Ceza bir olur. tatbikini kabul etme-
dim; cezayı çektirdiniz. İkinci bir cezayı cebren tatbik et-
mek hangi usul iledir?
altıncısı:
Madem sizlerle, itikadınızca ve bana edilen
muameleye nazaran, küllî bir muhalefetimiz var. siz di-
ninizi ve ahiretinizi dünyanız uğrunda feda ediyorsunuz.
ait.
külli:
umumî, genel, kapsamlı.
manen:
manaca, manevî yönden.
menfaat:
fayda.
muamele:
davranış.
muhafaza:
koruma.
muhalefet:
muhaliflik, karşıt ol-
ma.
mücahede:
savaşma, mücadele.
nazaran:
nispeten, kıyasen, ba-
karak.
raiyet:
rıza:
razı olma, hoşnutluk, mem-
nunluk.
saadet-i dünyeviye:
dünya sa-
adeti, mutluluğu.
selbetme:
zorla alma, kaldırma.
şahadet:
şahitlik.
tatbik:
yerine getirme, uygula-
ma.
teklif etmek:
yapılması veya ka-
bulü için sunmak, önermek.
temin:
sağlama.
tesir:
etki.
uhrevî:
ahirete ait.
usul:
kanun, kural.
vasıta:
araç.
yabanî:
yabancı.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cani:
cinayet işlemiş kimse.
cansipârâne:
canını verircesi-
ne, feda edercesine.
cebren:
zorla.
ceza:
kanunların ihlâlinde uy-
gulanan müeyyide.
ciddî:
mühim, önemli.
cihet:
yön, taraf.
cinayet:
adam öldürme veya
bu derecede ağır suç.
esaret:
esirlik, kölelik.
evlât:
çocuklar.
feda etme:
gözden çıkarma,
uğruna verme.
fedakâr:
feda eden, uğrunda
her şeyi veren.
firenk:
Avrupalı.
Harb-i umumî:
1914-1918
yılları arasında cereyan eden
Birinci Dünya Savaşı.
hariç:
dış memleket.
hatar:
tehlike.
hıyanet:
hainlik, ihanet, kötü-
lük.
hilâf:
ters, zıt.
hukuk-i medeniye:
medenî
haklar, insan hakları.
hükûmet:
ülkeyi yönetenler.
hürriyet:
hür oluş, özgürlük.
hürriyetşiken:
hürriyet kırıcı.
hüsnüahlâk:
güzel ahlâk.
ıskat etme:
düşürme.
idam etmek:
öldürmek,
asmak.
itikat:
inanç, iman.
kanun:
kaide, yasa.
katil:
adam öldüren, cani.
keyfî:
kanun ve nizama uy-
gun olmayarak, keyfe göre.
kumandan:
komutan.
küfrî:
küfür ile ilgili, dinsizliği
Mektubat | 731 |
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup