tebdil edilse, o libas değiştirilse, yine Hazret-i İsa Aley-
hisselâmın esas dini bâkî kalabilir, Hazret-i İsa Aleyhisse-
lâmı inkâr ve tekzip çıkmaz.
Hâlbuki, din ve şeriat-ı İslâmiyenin sahibi olan Fahr-i
Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm, iki cihanın sultanı, Şark
ve garp ve endülüs ve Hint birer taht-ı saltanatı oldu-
ğundan, din-i İslâmın esasatını bizzat kendisi gösterdiği
gibi, o dinin teferruatını ve sair ahkâmını, hatta en cüz’î
adabını dahi bizzat o getiriyor, o haber veriyor, o emir
veriyor. demek, füruat-ı İslâmiye, değişmeye kabil bir li-
bas hükmünde değil ki, onlar tebdil edilse esas din bâkî
kalabilsin. Belki, esas-ı dine bir cesettir, lâakal bir cilttir.
onunla imtizaç ve iltiham etmiş; kabil-i tefrik değildir.
onları tebdil etmek, doğrudan doğruya sahib-i Şeriat’ı
inkâr ve tekzip etmek çıkar.
Mezahibin ihtilâfı ise, sahib-i Şeriatın gösterdiği naza-
rî düsturların tarz-ı tefehhümünden ileri gelmiştir. “zaru-
riyat-ı diniye” denilen ve kabil-i tevil olmayan ve “muh-
kemat” denilen düsturları ise, hiçbir cihette kabil-i tebdil
değildir ve medar-ı içtihat olamaz. onları tebdil eden,
başını dinden çıkarıyor,
(1)
p
¢Sr
ƒn
?r
dG n
øp
e o
ºr
¡s
°ùdG o
¥o
ôr
ªn
j Én
ªn
c p
øj
u
ódG n
øp
e n
¿ƒo
bo
ôr
ªn
j
kaidesine dahil oluyor.
ehl-i bid’a, dinsizliklerine ve ilhatlarına şöyle bir baha-
ne buluyorlar; diyorlar ki: “Âlem-i insaniyetin müteselsil
hâdisatına sebep olan Fransız İhtilâl-i kebirinde, papaz-
lara ve rüesa-i ruhaniyeye ve onların mezheb-i hassı olan
esas:
asıl.
esasat:
esaslar.
esas-ı din:
dinin esası, aslı.
Fahr-i Âlem:
âlemin kendisiyle
övündüğü insan peygamberimiz
Hz. Muhammed.
füruat-ı İslâmiye:
İslâmiyetin ay-
rıntı meseleleri.
Garp:
Batı dünyası, Avrupa.
hâdisat:
hâdiseler, olaylar.
hadis-i şerif:
Peygamberimizden
aktarılan sözlerin genel adı.
hâlbuki:
oysa ki.
Hind:
Hindistan.
hücum:
saldırma.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ihtilâf:
fikir ayrılığı.
İhtilâl-i kebir:
büyük Fransız İhti-
lâli.
ilhad:
Allah’ın varlığına ve birliği-
ne inanmayış.
iltiham etmek:
kaynaşmak, iç
içe girmek.
imtizaç:
birbiriyle karışma, uyum
sağlama.
inkâr:
reddetme, inanmama.
kabil:
olabilir, mümkün.
kabil-i tebdil:
değiştirilmesi
mümkün.
kabil-i tefrik:
ayrılması mümkün,
ayrılabilir.
kabil-i tevil:
yoruma açık, yo-
rumlanabilir.
kaide:
kural, kanun.
lâakal:
en azından.
libas:
elbise.
medar-ı içtihat:
içtihat sebebi,
dinde yeniliklere kapı açma.
mezahip:
mezhepler.
mezheb-i has:
en özel ve en eski
mezhep
muhkemat:
hüküm ihtiva eden
ayetler, sağlam ve kuvvetli emir-
ler.
müteselsil:
zincirleme, silsile, ardı
ardına.
nazarî:
teorik, bakışla ilgili görüş.
papaz:
Hristiyan din adamı.
rüesa-i ruhaniye:
ruhanî reisler.
Sahib-i Şeriat:
kanun koyucu, şe-
riat sahibi Hz. Muhammed.
sair:
diğer, öteki.
sultan:
hükümdar.
Şark:
Doğu dünyası, Asya.
şeriat-ı İslâmiye:
İslâm şeriatı,
kanunları.
taht-ı saltanat:
idaresi ve kuvve-
ti altında, sultanlık makamı.
tarz-ı tefehhüm:
anlama şekli,
anlayış tarzı.
tebdil:
değiştirme.
teferruat:
ayrıntılar.
tekzip:
yalanlama.
zaruriyat-i diniye:
iman edilmesi
mutlaka gerekli olan dinin esasla-
rı.
adap:
ahlâk ve terbiyenin ge-
rektirdiği konuşma ve hare-
ket tarzı.
ahkâm:
hükümler, kanunlar.
âlem-i insaniyet:
insanlık
âlemi.
aleyhissalâtü vesselâm:
Al-
lah’ın salât ve selâmı onun
üzerine olsun.
bahane bulmak:
her hangi
bir şeyi sebep olarak ileri sür-
mek.
bâkî:
ebedî, devamlı, kalıcı.
ceset:
vücut, beden.
cihan:
âlem.
cihet:
yön, taraf.
cilt:
deri.
cüz’î:
basit.
dahil:
içinde.
din-i İslâm:
İslâm dini.
düstur:
kanun, kaide, pren-
sip.
ehl-i bid’a:
doğru yoldan sa-
pıp hurafelerin peşinden gi-
denler, sonradan çıkarılan za-
rarlı âdet ve uygulamaları di-
ne mal etmeye çalışanlar.
endülüs:
Batı Avrupa olan
İber Yarımadasında kurulan
İslâm ülkesi
Mektubat | 737 |
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
1.
Okun yaydan ayrıldığı gibi dinden çıkarlar. (Hadis-i şerif: Buharî, Feyzü’l-Kur’ân: 36, Tevhit:
23, Menakıb: 25, Megazî: 61; Müslim, Zekât: 36; EbuDavud, Sünnet: 28; Tirmizî, Fiten: 24; Ne-
seî, Zekât: 79; İbniMâce, Mukaddime: 12.)