Madem ölüm var, kabre girilecek, bu hayat gidiyor,
bâkî bir hayat geliyor; bir defa “top tüfek” denilse, bin
defa “Allah Allah” demek lâzım gelir. Hem Allah yolun-
da olsa, tüfek de “Allah” der, top da “Allahü ekber” di-
ye bağırır, “Allah” ile iftar eder, imsak eder.
DÖRDÜNCÜ İŞaRet
tahribatçı ehl-i bid’a iki kısımdır.
• Bir kısmı, güya din hesabına, İslâmiyete sadakat na-
mına, güya dini milliyetle takviye etmek için, “zaafa düş-
müş din şecere-i nuraniyesini milliyet toprağında dik-
mek, kuvvetleştirmek istiyoruz” diye, dine taraftar vazi-
yeti gösteriyorlar.
• İkinci kısım, millet namına, milliyet hesabına, unsu-
riyete kuvvet vermek fikrine binaen, “Milleti İslâmiyetle
aşılamak istiyoruz” diye, bid’aları icat ediyorlar.
Birinci kısma deriz ki:
ey “sadık ahmak” ıtlakına mâsadak bîçare ulemaüssû
veya meczup, akılsız, cahil sofîler! Hakikat-i kâinat için-
de kökü yerleşmiş ve hakaik-ı kâinata kökler salmış olan
şecere-i tuba-i İslâmiyet, mevhum, muvakkat, cüz’î, hu-
susî, menfi, belki esassız, garazkâr, zulümkâr, zulmanî
unsuriyet toprağına dikilmez. onu oraya dikmeye çalış-
mak, ahmakane ve tahripkârâne, bid’akârâne bir teşeb-
büstür.
ye kapılmış, kendinden geçmiş.
menfi:
olumsuz, zararlı.
mevhum:
hakikatte olmayıp var
zannedilen.
millet:
belli ırktan insanların
tümü.
milliyet:
ulusallık, millete özgü
olma durumu.
muvakkat:
geçici.
nam:
ad.
namına:
adına.
sadakat:
bağlılık, doğruluk.
sadık:
sadakatli, dostluğu ve bağ-
lılığı içten olan.
sofî:
zahit, dindar.
şecere-i nuraniye:
nurlu ağaç.
şecere-i tuba-i İslâmiyet:
tuba
ağacına benzeyen İslâmiyet ağa-
cı.
tahribat:
tahripler, yıkıp bozma-
lar.
tahripkârâne:
tahrip ederek, yı-
karak.
takviye:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma.
taraftar:
taraf olan, yandaş.
teşebbüs:
girişim, kalkışma.
ulemaüssû:
kötü âlimler, geçici
menfaatler uğruna hakikatleri
gizleyen ve gerçekleri çarpıtan
âlimler.
unsuriyet:
ırkçılık.
vaziyet:
durum.
zaaf:
zayıflık, güçsüzlük.
zulmanî:
zulmetli, karanlık.
zulümkâr:
zalimce, zulmeden.
ahmak:
sersem, budala, ap-
tal.
ahmakane:
ahmakçasına,
aptalca.
allahü ekber:
Allah en bü-
yük ve en yücedir.
aşılamak:
ıslah etme, iyileş-
tirme; tohumlama.
bâkî:
ebedî, daimî.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
bid’akârâne:
dinde olmayanı
dine mal etmeye çalışarak.
bid’a:
dinin aslına uymayan
âdet ve uygulamalar.
binaen:
-den dolayı, dayana-
rak.
cahil:
bilgisiz.
cüz’î:
küçük, az, parça.
ehl-i bid’a:
doğru yoldan sa-
pıp hurafelerin peşinden gi-
denler.
esas:
asıl, temel.
fikir:
düşünce.
garazkâr:
düşmanca, kasıtlı,
kin güderce.
güya:
sözde, sanki.
hakaik-ı kâinat:
kâinatın ha-
kikatleri, gerçekleri.
hususî:
özel.
ıtlak:
adlandırma, isimlendir-
me.
icat etme:
vücuda getirme,
ortaya çıkarma.
iftar etme:
Allah için helâl rı-
zıkla yemeye başlama, Al-
lah’ın adıyla yeme; oruç
açma.
imsak etme:
yeme içmeyi
bırakma; oruca başlama, tut-
ma.
İslâmiyet:
Müslümanlık
kabir:
mezar.
lâzım:
gerekli.
mâsadak:
doğrulayıcı.
meczup:
deli, divane, cezbe-
Mektubat | 743 |
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup