Muhbir-i sadıktan rivayet olmazsa dahi, herhâlde öyle
olmak lâzım gelir ve olacaktır” diye, ehl-i tefekkür hük-
meder. Şöyle ki:
Felillâhilhamd,
n
âr
«s
?°n
U Én
ªn
c m
ó s
ªn
ëo
e Én
fp
óp
q
«°n
S p
?'
G = '
¤n
Yn
h m
ós
ªn
ëo
e Én
fp
óp
q
«°n
S '
¤n
Y p
q
?°n
U s
ºo
¡
s
?dn
G
(1)
l
ó«
p
én
e l
ó«
p
ªn
M n
?s
fp
G n
Ú
p
`n
ŸÉn
©r
dG ?p
a n
º«
p
gn
ôr
Hp
G p
?'
G = '
¤n
Yn
h n
º«
p
gGn
ôr
Hp
G = '
¤n
Y
duası, umum ümmet, umum namazında, günde beş de-
fa tekrar ettikleri bu dua, bilmüşahede kabul olmuştur ki,
Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, Âl-i İbrahim
Aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet almış ki, umum müba-
rek silsilelerin başında, umum aktâr ve âsârın mecmala-
rında o nuranî zatlar kumandanlık ediyorlar.
(HaşİYe)
Ve
öyle bir kesrettedirler ki, o kumandanların mecmuu, mu-
azzam bir ordu teşkil ediyorlar. eğer maddî şekle girse ve
bir tesanüt ile bir fırka vaziyetini alsalar, İslâmiyet dinini
milliyet-i mukaddese hükmünde rabıta-i ittifak ve intibah
yapsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz.
İşte o pek kesretli o muktedir ordu, Âl-i Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâmdır ve Hazret-i Mehdînin en has
ordusudur.
HaşİYe:
Hatta onlardan bir tanesi olan seyyid Ahmedü’s-sünusi, mil-
yonlar müride kumandanlık ediyor. seyyid İdris gibi diğer bir zat, yüz
binden fazla Müslümanlara kumandanlık ediyor. seyyid Yahya gibi bir
başka seyyid, yüz binler adamlara emîrlik ediyor ve hakeza… Bu sey-
yidler kabilesinin efratlarında böyle zahirî kahramanlar çok olduğu gi-
bi, seyyid Abdülkadir-i geylânî, seyyid ebulhasen-i Şazelî, seyyid Ah-
med-i Bedevî gibi manevî kahramanların kahramanları dahi varlarmış.
aktar:
taraflar, her yer.
âl:
aile, soy.
aleyhissalâtü vesselâm:
Allah’ın
salât ve selâmı onun üzerine ol-
sun.
aleyhisselâm:
Allah’ın selâmı
onun üzerine olsun.
Âl-i İbrahim:
İbrahim’in aile fert-
leri.
Âl-i Muhammed:
Peygamberimi-
zin soyundan olanlar; aile fertleri.
asar:
eserler.
bilmüşahede:
görerek, görüldü-
ğü gibi.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
efrat:
fertler, bireyler.
ehl-i tefekkür:
Allah’ın isim ve sı-
fatlarını, bunların kâinat üzerin-
deki tecellilerini düşünen; düşü-
nür.
emir:
baş, reis.
felillâhilhamd:
Allah’a hamd ol-
sun.
fırka:
grup, tümen.
hakeza:
böylece, bunun gibi.
Hamîd:
övülmeye değer, Dünya
ve ahirette hamde lâyık Allah.
has:
özel, seçkin
haşiye:
dipnot.
Hazret-i Mehdî:
ahir zamanda
tevhidi esas alarak imanı muha-
faza edip İslâmiyeti hurafelerden
ve bid’alardan arındırarak zama-
nın anlayışına göre yenileyecek
olan âlim ve önder zat.
hükmetme:
karar verme, düşün-
me sonucu bir kanıya varma.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
intibah:
uyanık olma.
İslâmiyet:
Müslümanlık.
kabile:
taife.
kesret:
çokluk.
kumandan:
komutan.
lâyık:
uygun.
lâzım:
gerekli.
maddî:
cismanî.
manevî:
manaya ait, manevî
yönden.
Mecîd:
şan ve şeref sahibi, çok
yüce, ulu, azametli Allah.
mecma:
toplanma yeri.
mecmu:
toplam, bütün, hepsi.
milliyet-i mukaddese:
saf, temiz
İslâmiyet milliyeti.
muazzam:
çok büyük.
Muhbir-i Sadık:
Allah ve ahiretle
ilgili doğru haberler veren Pey-
gamberimiz.
muktedir:
iktidarlı, güçlü.
mübarek:
feyizli, kutlu, hayırlı.
mürit:
hakkın ve mürşidinin ira-
desine tâbi olan derviş.
Müslüman:
İslâm dininden
olan.
nuranî:
nurlu, ışık saçan.
rabıta-i ittifak:
birlik bağları.
rahmet:
merhamet etme,
esirgeme, şefkat gösterme.
rivayet:
nakil, Peygamber
Efendimizden duyulan bir ha-
ber veya hadisin nakledilme-
si, aktarılması.
Seyyid:
Hz. Muhammed’in te-
miz soyundan gelen kimse.
Seyyidler kabilesi:
Peygam-
berimizin soyundan gelen sil-
sile, topluluk.
silsile:
zincir, soy kütüğü.
şan:
şöhret, ün.
tesanüt:
dayanışma.
teşkil etme:
meydana getir-
me.
ümmet:
Allah tarafından
kendilerine peygamber gön-
derilen ve bu peygambere
inanıp bağlanan cemaat.
vaziyet:
durum, hâl.
zahiri:
görünürdeki, görünen.
zat:
kişi, şahıs.
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
| 746 | Mektubat
1.
Allah’ım! Hazret-i İbrahim’e ve Hazret-i İbrahim’in Âline rahmet ettiğin gibi, Efendimiz Mu-
hammed’e ve Efendimiz Muhammed’in Âline de bütün âlemlerde rahmet eyle. Şüphesiz
Sen her türlü hamd övgüye nihayet derecede lâyık Hamîd ve nihayet derecede şanı yüce
Mecîd’sin.