Mektubat - page 754

Madem adalet-i İlâhiye böyle hükmeder ve hakikat da-
hi bunu hak görür; tarikat, yani sünnet-i seniye dairesin-
de tarikatin hasenatı seyyiatına kat’iyen müreccah oldu-
ğuna delil, ehl-i tarikat, ehl-i dalâletin hücumu zamanın-
da imanlarını muhafaza etmesidir. Adî bir samimî ehl-i
tarikat, sûrî, zahirî bir mütefenninden daha ziyade ken-
dini muhafaza eder. o zevk-i tarikat vasıtasıyla ve o mu-
habbet-i evliya cihetiyle imanını kurtarır. kebairle fasık
olur, fakat kâfir olmaz, kolaylıkla zındıkaya sokulmaz.
Şedit bir muhabbet ve metin bir itikat ile aktap kabul et-
tiği bir silsile-i meşayihi, onun nazarında hiçbir kuvvet çü-
rütemez. Çürütmediği için, onlardan itimadını kesemez.
onlardan itimadı kesilmezse, zındıkaya giremez. tari-
katte hissesi olmayan ve kalbi harekete gelmeyen, bir
muhakkik âlim zat da olsa, şimdiki zındıkların desiseleri-
ne karşı kendini tam muhafaza etmesi müşkülleşmiştir.
Bir şey daha var ki: daire-i takvadan hariç, belki da-
ire-i İslâmiyetten hariç bir suret almış bazı meşreplerin
ve tarikat namını haksız olarak kendine takanların seyyi-
atıyla tarikat mahkûm olamaz. tarikatin dinî ve uhrevî
ve ruhanî çok mühim ve ulvî neticelerinden sarf-ı nazar,
yalnız âlem-i İslâm içindeki kudsî bir rabıta olan uhuvve-
tin inkişafına ve inbisatına en birinci tesirli ve hararetli
vasıta tarikatler olduğu gibi, âlem-i küfrün ve siyaset-i
Hristiyaniyenin, nur-i İslâmiyeti söndürmek için müthiş
hücumlarına karşı dahi, üç mühim ve sarsılmaz kal’a-i İs-
lâmiyeden bir kal’asıdır. Merkez-i Hilâfet olan İstanbul’u
beş yüz elli sene bütün âlem-i Hristiyaniyenin karşısında
adalet-i İlâhî:
Allah’ın adaleti.
aktap:
kutuplar, büyük velîlerden
zamanın en büyük mürşidi olan
kimseler.
âlem-i Hristiyaniye:
Hristiyanlık
âlemi.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, dünya-
sı.
âlem-i küfür:
inançsızlık dünyası,
küfür, dünyası.
âlim:
bilgin, ilim adamı.
cihet:
yön.
daire-i İslâmiyet:
İslâmiyet da-
iresi.
daire-i takva:
takva dairesi, Al-
lah’tan korkup emir ve yasakları-
na titizlikle uymak.
delil:
şahit, kanıt.
desise:
hile, aldatma.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli, doğru
ve hak yoldan sapanlar.
ehl-i tarikat:
tarikate bağlı olan-
lar.
fasık:
günahkâr, fesatçı.
hararet:
ateşlilik, heyecanlılık.
hariç:
dışında.
hasenat:
iyi ameller, hayırlar, gü-
zellikler.
hisse:
pay, nasip.
hücum:
saldırma.
hüküm:
karar vermek, emir ver-
mek.
iman:
inanç, itikat, ahlâk.
inbisat:
yayılma, açılma.
inkişaf:
açılma, keşfolunma.
itikat:
inanma, inanç, iman.
itimat:
güvenini yitirmek, kay-
betmek.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kal’a:
kale.
kal’a-i İslâmiye:
İslâmın sağlam
kalesi.
kat’iyen:
kesin olarak.
kebair:
büyük günahlar.
kudsî:
mukaddes, temiz.
kuvvet:
kudret, güç.
mahkûm olmak:
hükmedilmek,
cezalandırmak.
Merkez-i Hilâfet:
halifelik maka-
mının bulunduğu yer, merkez.
meşrep:
gidiş, hareket tarzı.
metin:
sağlam, kuvvetli.
muhabbet:
ülfet, sevgi.
muhabbet-i evliya:
evliya sevgi-
si.
muhafaza etmek:
korumak.
muhakkik:
gerçeği araştırıp bu-
lan ve delilleriyle bilen ispatlayan
kimseler.
mühim:
önemli.
müreccah olmak:
üstün gelmek,
ağır basmak.
müşkülleşme:
zorlaşma.
müthiş:
dehşetli, korkunç.
nam:
ad.
nazar:
bakış, görüş, fikir.
netice:
sonuç.
nur-i İslâmiyet:
karanlık
kalbleri aydınlatan İslâm fü-
tuhatı.
rabıta:
bağ, ilgi.
ruhanî:
manevî âlem, ruhlar
âlemine ait, ruh ile ilgili.
samimî:
gönülden, içtenlikle.
sarf-ı nazar:
dikkate almama,
görmezlikten gelme.
seyyiat:
kötülükler, günahlar.
silsile-i meşayih:
şeyhler, pir-
ler silsilesi.
siyaset-i Hristiyaniye:
Hristi-
yanların siyaseti.
suret:
biçim, görünüş.
sûrî:
içten ve hakikî olmayan,
görünüş şekli.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in yüce sünneti; yüksek
hâl, söz, tavır ve tasviplerine
dayanan prensipler.
şedit:
şiddetli.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için,
şeyhin gözetiminde müridin
takip edeceği terbiye usul ve
yolu.
tesir:
etki.
uhrevî:
ahirete dair.
uhuvvet:
kardeşlik.
ulvî:
yüksek, yüce.
vasıta:
aracı.
zahiri mütefennin:
görünüş-
te yüzeysel bir şekilde fenler-
le uğraşan ve bilim adamı ge-
çinen kimse.
zevk-i tarikat:
tarikat ve ta-
sarruf dairesindeki manevî
zevk.
zındık:
Allah’ı inkâr eden,
imansız, münkir.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
ziyade:
çok, fazla.
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
| 754 | Mektubat
1...,744,745,746,747,748,749,750,751,752,753 755,756,757,758,759,760,761,762,763,764,...1086
Powered by FlippingBook