bir tarzda cüz’î, küllî cilveleri var. öyle de, velâyetin ve
kutbiyetin dahi öyle muhtelif daire ve cilveleri var. Her
bir makamın çok zılleri ve gölgeleri var. sen, sadrazam-
misal kutbiyetin azam cilvesini, bir müdür dairesi hük-
münde olan kendi dairende o cilveyi görmüşsün, aldan-
mışsın. gördüğün doğrudur, fakat hükmün yanlıştır. Bir
sineğe bir kap su, bir küçük denizdir.”
o zat, şu cevabımdan inşaallah ayıldı ve o vartadan
kurtuldu.
Hem, ben müteaddit insanları gördüm ki, bir nevi
mehdî kendilerini biliyorlardı ve “Mehdî olacağım” diyor-
lardı. Bu zatlar yalancı ve aldatıcı değiller; belki aldanı-
yorlar. gördüklerini hakikat zannediyorlar. esma-i İlâhî-
nin nasıl ki tecelliyatı, Arş-ı Azam dairesinden tâ bir zer-
reye kadar cilveleri var; ve o esmaya mazhariyet de, o
nispette tefavüt eder. öyle de, mazhariyet-i esmadan
ibaret olan meratib-i velâyet dahi öyle mütefavittir.
Şu iltibasın en mühim sebebi şudur: Makamat-ı evliya-
dan bazı makamlarda Mehdî vazifesinin hususiyeti bu-
lunduğu ve kutb-i Azama has bir nispeti göründüğü ve
Hazret-i Hızır’ın bir münasebet-i hassası olduğu gibi, ba-
zı meşahirle münasebettar bazı makamat var. Hatta o
makamlara Makam-ı Hızır, Makam-ı üveys, Makam-ı
Mehdiyet tabir edilir.
İşte bu sırra binaen, o makama ve o makamın cüz’î bir
numunesine veya bir gölgesine girenler, kendilerini o
makamla has münasebettar meşhur zatlar zannediyorlar.
Mehdî:
ahir zamanda tevhidi
esas alarak imanı muhafaza edip
İslâmiyeti hurafelerden ve
bid’alardan arındırarak zamanın
anlayışına göre yenileyecek olan
âlim ve önder zat.
meratib-i velâyet:
evliyalık, velî-
lik mertebeleri, dereceleri.
meşahir:
sergiler.
meşhur:
tanınmış.
muhtelif:
çeşitli.
mühim:
önemli.
münasebet-i hassa:
özel müna-
sebet, ilgi.
münasebettar:
ilgili, alâkalı.
müteaddit:
çeşitli, farklı.
mütefavit:
birbirinden farklı.
nevi:
çeşit, tür.
nispet:
ölçü, derece.
numune:
örnek.
sadrazammisal:
sadrazam gibi.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dikkat,
tecrübe, yetenek ve sezgi yardı-
mıyla kavranabilen en zor ve en
ince yanı.
tabir:
ifade, söz.
tarz:
biçim, suret.
tecelliyat:
tecelliler, yansımalar.
tefavüt etmek:
farklılık göster-
mek, farklı olmak.
varta:
büyük tehlike.
vazife:
görev.
velâyet:
velîlik, Allah dostluğu.
zan:
sanma.
zat:
kişi, şahıs.
zerre:
çok küçük parça.
zıll:
gölge.
arş-ı azam:
Allah’ın arşı, Al-
lah’ın büyüklük ve yüceliğinin
her şeyi kuşatan sınırsız ege-
menliğinin tecelli ettiği yer.
azam:
en büyük.
binaen:
-den dolayı, dayana-
rak.
cilve:
tecelli, yansıma.
cüz’î:
küçük, az, parça.
esma:
isimler.
esma-i İlâhî:
Allah’ın isimleri.
hakikat:
gerçek.
has:
hususî, özel.
Hazret-i Hızır:
bkz. Şahıs Bil-
gileri.
hususiyet:
özellik.
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan.
iltibas:
karıştırma.
inşaallah:
Allah izin verirse.
kutbiyet:
kutup mertebesine
erme hâli.
kutb-i azam:
en büyük ku-
tup, bir çok Müslümanın ken-
disine bağlandıkları, büyük
evliyadan zamanın en büyük
yol göstericileri.
külli:
umumî, bütün.
makam:
manevî mevki, yer.
makamat:
makamlar.
makamat-i evliya:
evliyalığın
velîlik, muhtelif makamları,
dereceleri.
Makam-ı Hızır:
Hz. Hızır’ın
makamı.
Makam-ı Mehdiyet:
Mehdîlik
makamı.
Makam-ı Üveys:
Hz. Üveys’in
manevî makamı.
mazhariyet:
nail olma, ka-
vuşma; ayna olma, görünme
yeri.
mazhariyet-i esma:
Allah’ın
isimlerinin tezahür ve görün-
me yeri olma, ayna olma.
Mektubat | 757 |
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup