hoşlansa, bâkî uhrevî meyveleri fânî dünyada, fânî bir
surette yemek kabîlinden olmakla beraber, velâyetin mâ-
yesi olan ihlâsı kaybedip, velâyetin kaçmasına meydan
açar.
YeDİNCİ teLVİH
dört nüktedir.
•
Birinci Nükte:
Şeriat, doğrudan doğruya, gölgesiz,
perdesiz, sırr-ı ehadiyet ile rububiyet-i mutlaka noktasın-
da, hitab-ı İlâhînin neticesidir. tarikatin ve hakikatin en
yüksek mertebeleri, şeriatın cüzleri hükmüne geçer.
Yoksa daima vesile ve mukaddime ve hadim hükmünde-
dirler. neticeleri, şeriatın muhkematıdır. Yani, hakaik-ı
şeriata yetişmek için, tarikat ve hakikat meslekleri, vesi-
le ve hadim ve basamaklar hükmündedir. git gide, en
yüksek mertebede, nefs-i şeriatta bulunan mana-i haki-
kat ve sırr-ı tarikate inkılâp ederler. o vakit şeriat-ı küb-
ranın cüzleri oluyorlar. Yoksa, bazı ehl-i tasavvufun zan-
nettikleri gibi, şeriatı zahirî bir kışır, hakikati onun içi ve
neticesi ve gayesi tasavvur etmek doğru değildir.
evet, şeriatın tabakat-ı nâsa göre inkişafatı ayrı ayrı-
dır. Avam-ı nâsa göre zahir-i şeriatı hakikat-i şeriat zan-
nedip, havassa münkeşif olan şeriatın mertebesine haki-
kat ve tarikat namı vermek yanlıştır. Şeriatın, umum ta-
bakata bakacak meratibi var.
İşte bu sırra binaendir ki, ehl-i tarikat ve ashab-ı haki-
kat, ileri gittikçe hakaik-ı şeriata karşı incizapları, iştiyak-
ları, ittibaları ziyadeleşiyor. en küçük bir sünnet-i seniyeyi
ittiba:
tâbi olma, uyma.
kabil:
gibi, sınıf, tür.
kışır:
kabuk.
mana-i hakikat:
gerçeğin anlamı.
maye:
esas, öz.
meratip:
mertebeler, dereceler.
mertebe:
derece, basamak.
meslek:
gidiş, tutulan yol.
muhkemat:
hüküm ihtiva eden
ayetler, tevil ihtimali bulunma-
yan Kur’ân ayetleri.
mukaddime:
başlangıç.
münkeşif:
inkişaf eden, açılan.
nam:
ad.
nefs-i şeriat:
şeriatın özü, esası.
netice:
sonuç.
nükte:
ince manalı söz.
rububiyet-i mutlaka:
sınırsız, hiç
bir kayıt ve şarta tâbi olmayan
rablık.
sırr-ı ehadiyet:
Allah’ın her bir
varlıkta görülen birlik tecellisinin
sırrı, hakikati.
sırr-ı tarikat:
tarikatin sırrı, özü.
suret:
biçim, tarz.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in yüce sünneti; yüksek hâl,
söz, tavır ve tasvipleri.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî
emir ve yasaklara dayanan hü-
kümlerin hepsi.
şeriat-ı kübra:
İslâmın büyük ve
yüce hükümleri.
tabakat:
tabakalar, katmanlar, sı-
nıflar.
tabakat-ı nâs:
insan tabakaları,
sınıfları.
tarikat:
tasavvuf adıyla Allah’ı ta-
nımaya ve iman esaslarını inkişaf
ettirerek insanı manevî olgunluğa
götüren yol.
tasavvur etmek:
düşünmek, ha-
yal etmek.
telvih:
açıklama.
uhrevî:
ahirete dair, ahiretle ilgili.
umum:
bütün, genel.
velâyet:
velîlik, Allah dostluğu.
vesile:
vasıta, araç.
zahir-i şeriat:
şeriatın zahiri, gö-
rünüşteki yönü.
zahiri:
görünürde, açıkta.
zan:
sanma.
ziyade:
artma, çoğalma.
ashab-ı hakikat:
hakikat sa-
hipleri, doğru ve hak yolda
olanlar.
avam-ı nâs:
sıradan halk ta-
bakası.
bâkî:
sonsuz, devamlı.
binaen:
-den dolayı, dayana-
rak.
cüz:
kısım, parça.
daima:
sürekli, her zaman.
ehl-i tarikat:
tarikatçiler, ta-
savvuf adıyla Allah’ı tanımaya
ve iman esaslarını inkişaf etti-
rerek insanı manevî olgunlu-
ğa götüren yol.
ehl-i tasavvuf:
tasavvuf ve
tarikat ehli; kalbi dünyanın
gelip geçici işlerinden ayırıp
Allah sevgisi ile bağlayan tari-
kat ehli kimseler.
fânî:
ölümlü, geçici.
gaye:
maksat, fayda.
hadim:
hizmetkâr, hizmetçi.
hakaik-ı şeriat:
dinin hüküm
ve hakikatleri, esasları.
hakikat:
gerçek, doğru.
havas:
yaşayışça üstün olan,
üst tabaka, seçkinler, bilgin-
ler.
hitab-ı İlâhî:
Allah’ın kendi
zatına mahsus olarak insanla-
ra ve cinlere hitabı, konuşma-
sı.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
hükmüne geçmek:
değerin-
de olmak, yerine geçmek.
ihlâs:
samimiyet, ibadet ve
davranışlarda sadece Allah rı-
zasını gözetme.
incizap:
cezbedilme, çekilme.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
inkişafat:
inkişaflar, açılma-
lar, açığa çıkma.
iştiyak:
çok arzu ve istek.
Mektubat | 765 |
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup