•
Dördüncüsü:
Müfrit bir kısım ehl-i tasavvuf, ilhamı
vahiy gibi zanneder ve ilhamı vahiy nev’inden telâkki
eder, vartaya düşer. Vahyin derecesi ne kadar yüksek ve
küllî ve kudsî olduğu ve ilhamat ona nispeten ne derece
cüz’î ve sönük olduğu, on İkinci sözde ve i’caz-ı
kur’ân’a dair Yirmi Beşinci sözde ve sair risalelerde ga-
yet kat’î ispat edilmiştir.
•
Beşincisi:
sırr-ı tarikati anlamayan bir kısım muta-
savvıfe, zayıfları takviye etmek ve gevşekleri teşci etmek
ve şiddet-i hizmetten gelen usanç ve meşakkati tahfif et-
mek için, istenilmeyerek verilen ezvak ve envar ve kera-
matı hoş görüp meftun olur; ibadata, hidemata ve evra-
da tercih etmekle vartaya düşer. Şu risalenin Altıncı tel-
vihinin üçüncü noktasında icmalen beyan olunduğu ve
sair sözlerde kat’iyen ispat edilmiştir ki, bu dâr-ı dünya
dârülhizmettir, dârülücret değil. Burada ücretini isteyen-
ler, bâkî, daimî meyveleri, fânî ve muvakkat bir surete
çevirmekle beraber, dünyadaki beka hoşuna geliyor,
müştakane berzaha bakamıyor. Âdeta bir cihette dünya
hayatını sever; çünkü içinde bir nevi ahireti bulur.
•
altıncısı:
ehl-i hakikat olmayan bir kısım ehl-i sülûk,
makamat-ı velâyetin gölgelerini ve zıllerini ve cüz’î nu-
munelerini, makamat-ı asliye-i külliye ile iltibas etmekle
vartaya düşer. Yirmi dördüncü sözün İkinci dalında ve
sair sözlerde kat’iyen ispat edilmiştir ki: nasıl güneş âyi-
neler vasıtasıyla taaddüt ediyor; binler misalî güneş, ay-
nı güneş gibi ziya ve hararet sahibi olur. Fakat o misalî
güneşler, hakikî güneşe nispeten çok zayıftırlar. Aynen
len mana.
ilhamat:
ilhamlar, kalbe doğan
manalar.
iltibas etmekle:
karıştırmakla.
ispat:
doğruyu delil göstererek
meydana koyma.
kat’î:
kesin.
kat’iyen:
kesin olarak.
keramat:
kerametler, ermişlerin,
velîlerin olağanüstü sözleri ve
hâlleri.
kısım:
takım, bölüm.
kudsî:
mukaddes, temiz.
külli:
umumî, genel.
makamat-ı asliye-i külliye:
kap-
sayıcı gerçek makamlar, derece-
ler.
makamat-ı velâyet:
velîlik ma-
kamları, dereceleri.
meftun:
düşkün, tutkun.
meşakkat:
zahmet, sıkıntı.
misalî:
benzer.
mutasavvıf:
tasavvuf ehli, kalbi
dünyanın gelip geçiciliği.
muvakkat:
geçici.
müfrit:
ifrat eden, aşırıya kaçan.
müştakane:
şevkle, çok isteye-
rek.
nev:
çeşit, tür.
nispeten:
kıyasla, oranla.
nokta:
konu ile ilgili önemli bö-
lüm.
numune:
örnek.
sair:
diğer, öteki.
sırr-ı tarikat:
tarikatin sırrı, aslı
esası.
suret:
biçim, tarz, şekil.
şiddet-i hizmet:
hizmetin pek
fazla olması.
taaddüt:
çoğalma, artma.
tahfif:
hafifletme.
takviye:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma.
telâkki etme:
anlama, kabul et-
me.
telvih:
açıklama.
tercih etmek:
üstün tutmak, seç-
mek.
teşci:
cesaret verme.
vahiy:
Cenab-ı Hakkın dilediği
hükümleri, sırları ve hakikatleri
peygamberlere bildirmesi.
varta:
büyük tehlike.
vasıta:
aracı, araç.
zaif:
zayıf, bilgi ve kabiliyet ola-
rak kuvveti olmayan.
zan:
sanma.
zıll:
gölge.
ziya:
ışık.
âdeta:
sanki.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
âyine:
ayna
aynen:
aynı şekilde, tıpkı.
bâkî:
ebedî, devamlı ve kalıcı.
beka:
sonsuzluk.
berzah:
ruhların kıyamete
kadar bekleyeceği, dünya ile
ahiret arasındaki yer.
beyan:
anlatma, izah, açıkla-
ma.
cihet:
yön.
cüz’î:
küçük, basit.
daimî:
sürekli, devamlı.
dair:
alâkalı, ilgili.
dâr-ı dünya:
dünya yurdu.
dârülhizmet:
hizmet yeri.
dârülücret:
ücret yeri.
derece:
basamak, mertebe.
ehl-i hakikat:
gerçeği bulup
onun peşinden gidenler.
ehl-i sülûk:
nefsi düzeltmek
amacıyla manevî terbiye ve
terakki yoluna girenler.
ehl-i tasavvuf:
tasavvuf ve
tarikat ehli, mensubu.
envar:
nurlar.
evrat:
virtler, Kur’ân-ı Ke-
rîm’den veya Hadis kaynakla-
rından sıkça ve devamlı oku-
nan dualar, zikirler.
ezvak:
zevkler, hazlar.
fânî:
ölümlü, geçici.
gayet:
son derece, çok.
hakikî:
gerçek.
hararet:
sıcaklık.
hayat:
ömür.
hidemat:
hizmetler, görevler.
ibadat:
ibadetler
i’caz-ı kur’ân:
Kur’ân’ın mu’-
cizeliği.
icmalen:
kısaca, özetle.
ilham:
feyiz yoluyla kalbe ge-
Mektubat | 771 |
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup