?'
Øn
£r
°üo
e »p
>r
Qn
O r
õo
L r
¿n
Or
ôo
H r
ôn
Øn
X@Én
Ø°n
U p
?Gn
ôn
H …
p
ór
©n
°S p
âr
°ùn
dÉn
ëo
e
Yani, “
Resul-iEkremAleyhissalâtüVesselâmıncadde-
sindenhariçveonunarkasındangitmeyen,muhaldirki,
hakikîenvar-ıhakikatevasılolabilsin
.” Bu meselenin sır-
rı şudur ki:
Madem resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Hate-
mü’l-enbiyadır ve umum nev-i beşer namına muhatab-ı
İlâhîdir; elbette, nev-i beşer onun caddesi haricinde gide-
mez ve bayrağı altında bulunmak zarurîdir.
Ve madem ehl-i cezbe ve ehl-i istiğrak, muhalefetle-
rinden mes’ul olamazlar. Ve madem insanda bazı letaif
var ki, teklif altına giremez; o lâtife hâkim olduğu vakit,
tekâlif-i şer’iyeye muhalefetiyle mes’ul tutulmaz. Ve ma-
dem insanda bazı letaif var ki, teklif altına girmediği gi-
bi, ihtiyar altına da girmez, hatta aklın tedbiri altına da
girmez; o lâtife kalbi ve aklı dinlemez. elbette, o lâtife bir
insanda hâkim olduğu zaman –fakat o zamana mahsus
olarak– o zat, şeriata muhalefette velâyet derecesinden
sukut etmez, mazur sayılır. Fakat bir şartla ki, hakaik-ı
şeriata ve kavaid-i imanîye karşı bir inkâr, bir tezyif, bir
istihfaf olmasın. Ahkâmı yapmasa da, ahkâmı hak bil-
mek gerektir. Yoksa, o hale mağlûp olup, neuzübillâh, o
hakaik-ı muhkemeye karşı inkâr ve tekzibi işmam ede-
cek bir vaziyet, alâmet-i sukuttur.
elhâsıl, daire-i şeriatın haricinde bulunan ehl-i tarikat
iki kısımdır:
letaif:
manevî duygular; kalb,
ruh, akıl, sır gibi ince duygular,
güzellikler.
mağlûp olma:
yenilme.
mahsus:
has, özel.
mazur:
özürlü.
mes’ul:
sorumlu.
muhal:
imkânsız.
muhalefet:
zıtlık, muhaliflik.
muhatab-ı İlâhî:
Cenab-ı Hakkın
hitap ettiği kimse.
nam:
ad.
neuzübillâh:
Allah korusun.
nev-i beşer:
bütün insanlar.
Resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rim ve Allah’ın insanlara bir elçisi
olan Peygamberimiz Hz. Muham-
med.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dikkat,
yetenek, tecrübe ve sezgi yardı-
mıyla kavranabilen en zor ve ince
yanı.
sukut etme:
düşme, alçalma.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî
emir ve yasaklara dayanan hü-
kümlerin hepsi.
tedbir:
idare, yönetim.
tekâlif-i şer’iye:
şer’i teklifler, di-
ni sorumluluklar.
teklif:
sorumluluk, yükümlülük.
tekzip etmek:
yalanlamak.
tezyif:
alaya alma, küçük düşür-
me.
umum:
bütün.
vasıl:
ulaşan.
vaziyet:
durum, hâl.
velâyet:
velîlik, Allah dostluğu.
zarurî:
mecburî, zorunlu.
zat:
kişi, şahıs.
ahkâm:
emirler, hükümler.
alâmet-i sukut:
düşüş belirti-
si, alçalma belirtisi.
aleyhissalâtü vesselâm:
Al-
lah’ın salât ve selâmı onun
üzerine olsun.
daire-i şeriat:
şeriat dairesi,
Allah’ın emir ve yasakları da-
iresi.
derece:
mertebe, aşama.
ehl-i cezbe:
tarikat ehlinden
olup zikir ve ibadette kendin-
den geçen.
ehl-i istiğrak:
manevî bir coş-
kunlukla kendinden geçip
dünyayı unutanlar.
ehl-i tarikat:
tarikate bağlı
olanlar.
elbette:
şüphesiz, her hâlde.
elhâsıl:
netice itibarıyla, özet-
le.
envar-ı hakikat:
hakikat nur-
ları.
hak:
doğru.
hakaik-ı muhkeme:
sağlam
değişmez hakikatler.
hakaik-ı şeriat:
şeriata ait
olan esas gerçekler.
hakikî:
gerçek.
hâkim:
hükmeden, idareci.
hariç:
dışında.
Hatemü’l-enbiya:
Peygam-
berlerin en sonuncusu Hz.
Muhammed.
ihtiyar:
seçme, irade, tercih.
inkâr:
reddetme, inanmama.
istihfaf:
küçümseme, hafife
alma.
işmam etme:
duyurma, his-
settirme.
kavaid-i imaniye:
imanın ka-
ideleri, kuralları.
kısım:
parça, çeşit.
lâtife:
duygu, güzel ve ince
mana.
Mektubat | 767 |
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup