Mektubat - page 758

kendini Hızır telâkki eder veya Mehdî itikat eder veya
kutb-i Azam tahayyül eder. eğer hubb-i câha talip ena-
niyeti yoksa, o hâlde mahkûm olmaz. onun haddinden
fazla davaları, şatahat sayılır; onunla belki mes’ul olmaz.
eğer enaniyeti perde ardında hubb-i câha müteveccih
ise, o zat enaniyete mağlûp olup, şükrü bırakıp fahre gir-
se, fahirden git gide gurura sukut eder; ya divanelik de-
recesine sukut eder veyahut tarik-ı haktan sapar. Çünkü,
büyük evliyayı kendi gibi telâkki eder, haklarındaki hüs-
nüzannı kırılır. zira, nefis ne kadar mağrur da olsa, ken-
disi, kendi kusurunu derk eder. o büyükleri de kendine
kıyas edip kusurlu tevehhüm eder. Hatta, enbiyalar hak-
kında da hürmeti noksanlaşır.
İşte bu hale giriftar olanlar, mizan-ı şeriatı elde tutmak
ve usulüddin ulemasının düsturlarını kendine ölçü ittihaz
etmek ve İmam-ı gazalî ve İmam-ı rabbanî gibi muhak-
kikîn-i evliyanın talimatlarını rehber etmek gerektir. Ve
daima nefsini ittiham etmektir. Ve kusurdan, acz ve fakr-
dan başka nefsin eline vermemektir.
Bu meşrepteki şatahat, hubb-i nefisten neş’et ediyor.
Çünkü muhabbet gözü kusuru görmez. nefsine muhab-
beti için, o kusurlu ve liyakatsiz bir cam parçası gibi nef-
sini bir pırlanta, bir elmas zanneder. Bu nevi içindeki en
tehlikeli bir hata şudur ki:
kalbine ilhamî bir tarzda gelen cüz’î manaları “kelâ-
mullah” tahayyül edip, ayet tabir etmeleridir. Ve onunla,
vahyin mertebe-i ulya-i akdesine bir hürmetsizlik gelir.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi,
delil.
cüz’î:
küçük, az.
daima:
sürekli, her zaman.
dava:
iddia.
derk etmek:
anlamak.
divane:
deli.
düstur:
kaide, prensip, kural.
enaniyet:
kendini beğenme,
benlik, gurur.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
evliya:
velîler, Allah dostları.
fahir:
övünme, gurur.
fakr:
fakirlik, muhtaçlık.
giriftar:
tutkun, müptelâ.
hubb-i câh:
makam mevki sevgi-
si.
hubb-i nefis:
nefse düşkünlük,
kendini beğenme.
hürmet:
riayet, ihtiram, saygı.
hüsnüzan:
bir kimse hakkında
güzel düşünceye sahip olma.
ilhamî:
ilham ile elde edilen.
itikat etme:
inanma.
ittiham etmek:
suç altında bu-
lundurmak, suçlamak.
ittihaz etmek:
edinmek, kabul
etmek.
kelâmullah:
Allah’ın kelâmı, sö-
zü.
kıyas:
karşılaştırma.
kusur:
noksan, özür.
kutb-i azam:
en büyük kutup.
liyakat:
lâyık olma, ehliyet.
mağlûp:
yenilmiş.
mağrur:
gururlu.
mahkûm olma:
cezalandırılma,
hüküm giyme.
mana:
anlam.
Mehdî:
ahir zamanda tevhidi
esas alarak imanı muhafaza edip
İslâmiyeti hurafelerden ve
bid’alardan arındırarak zamanın
anlayışına göre yenileyecek olan
âlim ve önder zat.
mertebe-i ulya-i akdes:
yüce ve
mukaddes mertebe, derece.
mes’ul:
sorumlu.
meşrep:
yol, hareket tarzı, metot.
mizan-ı şeriat:
şeriatın terazisi,
ölçüsü.
muhabbet:
sevme.
muhakkikîn-i evliya:
Vedûd is-
mine mazhar olup Allah’ın
muhabbetiyle kendinden ge-
çen evliyalar.
müteveccih:
yönelen.
nefis:
kötü vasıfları kendisin-
de toplayan hayırlı işlerden
alıkoyan güç; kulun kötü ve
günah olan hâl ve huyları,
süflî arzuları.
neş’et etme:
meydana gel-
me, doğma.
nevi:
çeşit, tür.
noksan:
eksiklik.
pırlanta:
parlak, kıymetli el-
mas.
rehber:
yol gösteren, kılavuz.
sukut:
düşme, alçalma.
şatahat:
manevî sarhoşluk ve
cezbe hâlinde iken söylenen
şeriata aykırı sözler.
şükür:
minnettarlık ifade et-
me, teşekkür.
tabir:
ifade, söz.
tahayyül etme:
hayale getir-
me.
talimat:
talimler, eğitimler.
talip:
istekli.
tarik-ı hak:
hak ve hakikat
yolu.
tarz:
biçim, şekil.
telâkki etme:
görme, kabul
etme, anlama.
tevehhüm etme:
zannetme,
kuruntuya kapılma.
ulema:
âlimler.
usulüddin:
itikada dair mese-
lelerden İslâmî esaslar çerçe-
vesinde bahseden kelâm il-
minin diğer adı.
vahiy:
Cenab-ı Hakkın dilediği
hükümleri, sırları ve hakikat-
leri peygamberlere bildirme-
si.
zan:
sanma.
zat:
kişi, şahıs.
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
| 758 | Mektubat
1...,748,749,750,751,752,753,754,755,756,757 759,760,761,762,763,764,765,766,767,768,...1086
Powered by FlippingBook