bazı peygamberlere inanabilir ve Cenab-ı Hakkı bir ci-
hette tasdik edebilir.
Acaba, bu ehl-i bid’a ve doğrusu ehl-i ilhad, bu dinsiz-
likte hangi menfaati buluyorlar? eğer idare ve asayişi dü-
şünüyorlarsa, Allah’ı bilmeyen dinsiz on serserinin idare-
si ve şerlerini defetmesi, bin ehl-i diyanetin idaresinden
daha müşküldür. eğer terakkiyi düşünüyorlarsa, öyle
dinsizler idare-i hükûmete muzır oldukları gibi, terakkiye
dahi mânidirler; terakki ve ticaretin esası olan emniyet
ve asayişi kırıyorlar. doğrusu, onlar meslekçe tahribatçı-
dırlar. dünyada en büyük ahmak odur ki, böyle dinsiz
serserilerden terakki ve saadet-i hayatiyeyi beklesin.
Böyle ahmaklardan mühim bir mevkii işgal eden biri-
si demiş ki: “Biz Allah Allah diye diye geri kaldık; Avru-
pa top tüfek diye diye ileri gitti.”
“Cevabü’l-ahmaku’s-sükût” kaidesince, böylelere kar-
şı cevap sükûttur. Fakat bazı ahmakların arkasında bed-
baht âkıller bulunduğundan, deriz ki:
ey bîçareler! Bu dünya bir misafirhanedir. Her günde
otuz bin şahit, cenazeleriyle “
elmevtühakkun
” hükmünü
imza ediyorlar ve o davaya şahadet ediyorlar. ölümü öl-
dürebilir misiniz? Bu şahitleri tekzip edebilir misiniz? Ma-
dem edemiyorsunuz; mevt “Allah Allah” dedirtir. seke-
ratta “Allah Allah” yerine, hangi topunuz, hangi tüfeği-
niz zulümat-ı ebedîyi o sekerattakinin önünde ışıklandı-
rır, ye’s-i mutlakını ümid-i mutlaka çevirebilir?
ahmak:
budala, aptal.
asayiş:
emniyet.
bedbaht:
bahtsız, zavallı, tâli’siz.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
Cenab-ı Hak:
hakkın ta kendisi
olan büyüklük ve şeref sahibi Al-
lah.
cevabü’l-ahmaku’s-sükût:
ah-
mak olana en güzel cevap sus-
maktır.
cihet:
yön, taraf.
dava:
iddia, ileri sürülerek savu-
nulan konu, düşünce.
def etme:
yok etme, uzaklaştır-
ma.
ehl-i bid’a:
doğru yoldan sapıp
hurafelerin peşinden gidenler,
sonradan çıkarılan zararlı şeyleri
dine mal etmeye çalışanlar.
ehl-i diyanet:
dindarlar.
ehl-i ilhad:
dinden, hak yolundan
çıkıp batıl yola sapan imansızlar,
dinsizler.
elmevtü hakkun:
ölüm ger-
çektir.
emniyet:
güvenlik.
esas:
asıl.
hüküm:
karar, emir.
idare:
memleket işlerinin yü-
rütülmesi, çekip çevrilmesi,
yönetim.
idare-i hükûmet:
hükümetin
idaresi, yönetimi.
işgal eden:
istilâ, zapt, bir ye-
ri ele geçiren, oyalanan.
kaide:
esas, kural, prensip.
mâni:
engel olan.
menfaat:
fayda, yarar.
meslek:
tutulan yol, gidiş tar-
zı.
mevki:
yer, makam.
mevt:
ölüm.
misafirhane:
geçici bekleme
yeri.
muzır:
zararlı.
mühim:
önemli.
müşkül:
zor, güç.
peygamber:
Allah’ın elçisi.
saadet-i hayatiye:
hayattaki
mutluluk, huzur.
sekerat:
ölmek üzere olan bir
kişinin kendinden geçmesi;
ölüm sarhoşluğu.
sükût:
susma.
şahadet etme:
tanıklık etme.
şahit:
gören, tanık.
şer:
kötülük.
tahribat:
yıkıp bozmalar.
tasdik:
doğrulama, gerçekliği-
ni kabul etme.
tekzip:
yalanlama.
terakki:
yükselme, ilerleme.
ümid-i mutlak:
tam ve kesin
ümit.
ye’s-i mutlak:
tam ümitsizlik.
zulümat-ı ebedî:
daimî ka-
ranlık, cehennem.
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
| 742 | Mektubat