Mektubat - page 740

Şimdiki Hristiyanlık dini ise, “velediyet akidesi”ni ka-
bul ettiği için, vesait ve esbaba tesir-i hakikî verir. din
namına enaniyeti kırmaz, belki “Hazret-i İsa Aleyhisselâ-
mın bir mukaddes vekili” diye, o enaniyete bir kudsiyet
verir. onun için, dünyaca en büyük makam işgal eden
Hristiyan havasları, tam dindar olabilirler. Hatta Ameri-
ka’nın esbak reis-i Cumhuru Wilson ve İngilizin esbak
reis-i Vükelâsı lloyd george gibi çoklar var ki, mutaas-
sıp birer papaz hükmünde dindar oldular. Müslümanlar-
da ise, öyle makamlara girenler, nadiren tam dindar ve
salâbetli kalırlar. Çünkü gururu ve enaniyeti bırakamı-
yorlar. takva-i hakikî ise, gurur ve enaniyetle içtima ede-
miyor.
evet, nasıl ki Hristiyan havassının taassubu, Müslü-
man havaslarının adem-i salâbeti mühim bir farkı göste-
riyor; öyle de, Hristiyandan çıkan feylesoflar dinlerine
karşı lâkayt veya muarız vaziyeti alması ve İslâmdan çı-
kan hükemaların kısm-ı azamı hikmetlerini esasat-ı İslâ-
miyeye bina etmesi, yine mühim bir farkı gösteriyor.
Hem ekseriyetle zindanlara ve musibetlere düşen âmî
Hristiyanlar, dinden medet beklemiyorlar. eskiden çoğu
dinsiz oluyordular. Hatta Fransa’nın İhtilâl-i kebirini çı-
karan ve “serseri dinsiz” tabir edilen, tarihçe meşhur in-
kılâpçılar, o musibetzede avam kısmıdır. İslâmiyette ise,
ekseriyet-i mutlaka ile hapse ve musibete düşenler, din-
den medet beklerler ve dindar oluyorlar. İşte bu hâl da-
hi mühim bir farkı gösteriyor.
adem-i salâbet:
dinin emirlerini
yerine getirmede ve korumada
samimiyetsizlik, ciddîyesizlik ve
gevşeklik.
âmî:
gerçeği tam göremeyen, sı-
radan, basit insanlar.
avam:
halk.
bina etmek:
yapmak, kurmak,
inşa etmek.
dindar:
dininin emirlerini yerine
getiren, mütedeyyin.
ekseriyet-i mutlaka:
kesin ço-
ğunluk.
ekseriyetle:
çoğunlukla.
enaniyet:
kendini beğenme,
gurur, benlik.
esasat-ı İslâmiye:
İslâm esasları,
asıl, gerçek.
esbak:
daha önce geçmiş olan,
eski.
esbap:
sebepler.
fark:
ayrılık.
feylesof:
filozof, felsefeci.
hapis:
zindan, cezaevi.
havas:
üst tabaka, seçkinler, oku-
muşlar.
hükema:
âlimler, bilginler.
içtima:
toplanma, bir araya gel-
me.
İhtilâl-i kebir:
büyük Fransız İhti-
lâli.
inkılâpçı:
var olan sistemi değişti-
ren, bir hâlden başka bir hale çe-
viren; devrimci.
İslâmiyet:
Müslümanlık.
işgal eden:
tutan, meşgul
eden.
kısm-ı azam:
büyük bir bö-
lüm.
kudsiyet:
kutsallık, mukad-
deslik.
lâkayt:
kıymet ve ehemmi-
yet vermeyen, ilgisiz.
makam:
mevki.
medet:
inayet, yardım.
meşhur:
tanınmış, bilinen.
muarız:
muhalefet eden, mu-
halif, karşıt.
mukaddes:
kutsal.
musibet:
felâket, belâ, sıkıntı.
musibetzede:
belâya uğra-
yan, sıkıntıya düşen kimse.
mutaassıp:
körü körüne bir
fikre bağlı olan, tutucu.
mühim:
önemli.
Müslüman:
İslâm dininden
olan.
nadiren:
pek az bulunarak.
namına:
adına.
papaz:
Hristiyan din adamı.
salâbet:
sağlamlık, dayanma,
sebat.
serseri:
boş gezen, gayesiz.
taassup:
aşırı taraftarlık, şid-
detli bağlılık.
tabir:
ifade, söz.
takva-i hakikî:
gerçek takva,
Allah korkusu.
tesir-i hakikî:
hakikî tesir, et-
ki.
vaziyet:
durum.
vekil:
başkasının yerine ve
adına hareket eden.
velediyet akidesi:
Hristiyan-
lıktaki, Hz. İsa’nın Allah’ın oğ-
lu olduğu şeklindeki batıl aki-
de, inanç.
vesait:
vasıtalar, aracılar,
araçlar.
zindan:
hapishane.
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
| 740 | Mektubat
1...,730,731,732,733,734,735,736,737,738,739 741,742,743,744,745,746,747,748,749,750,...1086
Powered by FlippingBook