beraber, o dünyevî komitenin onbaşıları gibi terk-i ena-
niyetle hakaik-ı kur’âniye etrafında bir tesanüdü sizden
istemeye hakkı yok mudur? sizin en büyük âlimleriniz de
ona “lebbeyk” dememesinde haksız değil midirler?
kardeşlerim, enaniyetin işimizde en tehlikeli ciheti kıs-
kançlıktır. eğer sırf lillâh için olmazsa, kıskançlık müda-
hale eder, bozar. nasıl ki bir insanın bir eli bir elini kıs-
kanmaz ve gözü kulağına haset etmez ve kalbi aklına re-
kabet etmez. öyle de, bu heyetimizin şahs-ı manevîsin-
de, her biriniz bir duygu, bir aza hükmündesiniz. Birbiri-
nize karşı rekabet değil, bilâkis birbirinizin meziyetiyle if-
tihar etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i vicdaniyeniz-
dir.
Bir şey daha kaldı; en tehlikelisi odur ki: İçinizde ve
ahbabınızda, bu fakir kardeşinize karşı bir kıskançlık da-
marı bulunmak, en tehlikelidir. sizlerde mühim ehl-i ilim
de var. ehl-i ilmin bir kısmında bir enaniyet-i ilmiye bu-
lunur. kendi mütevazi de olsa, o cihette enaniyetlidir;
çabuk enaniyetini bırakmaz. kalbi, aklı ne kadar yapışsa
da, nefsi, o ilmî enaniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendi-
ni satmak ister, hatta yazılan risalelere karşı muaraza is-
ter. kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yük-
sek bulduğu hâlde, nefsi ise, enaniyet-i ilmiyeden gelen
kıskançlık cihetinde zımnî bir adavet besler gibi, sözlerin
kıymetlerinin tenzilini arzu eder; tâ ki kendi mahsulât-ı
fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın. Hâlbuki, bil-
mecburiye bunu haber veriyorum ki:
adavet:
düşmanlık.
ahbap:
dostlar.
âlim:
bilgin, çok bilen.
arzu:
isteme.
aza:
uzuvlar, üye.
bilâkis:
aksine.
bilmecburiye:
mecburiyetle, zo-
runlu olarak.
cihet:
yön, taraf.
dünyevî:
dünyaya ait.
ehl-i ilim:
ilim sahipleri.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, gurur.
enaniyet-i ilmiye:
ilim sahibi ol-
maktan gelen benlik ve enaniyet,
gurur.
hakaik-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın
hakikatleri.
hâlbuki:
oysa ki.
haset:
kıskançlık.
heyet:
kurul, topluluk.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
iftihar etmek:
övünmek.
ilmî:
ilim ile ilgili.
imtiyaz:
ayrıcalık.
istihsan:
güzel bulma, beğen-
me.
kısım:
takım, çeşit.
kıymet:
değer.
komite:
heyet, siyasî bir ga-
yesi olan topluluk.
lebbeyk:
buyurun, efendim!
lillâh:
Allah için.
mahsulât-ı fikriye:
fikir ve
düşüncelerle ortaya konulan-
lar, düşünce ürünleri.
meziyet:
üstünlük vasfı.
muaraza:
sözle karşılıklı mü-
cadele.
müdahale etme:
karışma.
mühim:
önemli.
mütelezziz:
lezzet alan.
mütevazi:
alçak gönüllü.
nefis:
kötü vasıfları kendisin-
de toplayan hayırlı işlerden
alıkoyan güç.
rekabet:
rakip olma hâli, çe-
kişme.
sırf:
sadece.
şahs-ı manevî:
belli bir kişi
olmayıp bir cemaatten mey-
dana gelen manevî şahıs.
tenzil:
indirme, düşürme.
terk-i enaniyet:
benlik ve
enaniyetten vazgeçmek.
tesanüt:
dayanışma.
vazife-i vicdaniye:
vicdanî
vazife, görev.
zımnî:
üstü kapalı, gizli.
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
| 724 | Mektubat