Mektubat - page 715

bir mükâfat isterler ve onlara zulmedenlerden intikamla-
rını almak isterler. Ve yakınlaştıkları kabir kapısındaki
dehşeti defetmek istiyorlar. sizin gibilerin sahtekâr ha-
miyetiyle, pek çok şefkate ve okşamaya ve tımar etme-
ye çok lâyık ve muhtaç o bîçare musibetzedelerin kalble-
rine iğne sokuyorsunuz, başlarına tokmak vuruyorsunuz,
merhametsizcesine ümitlerini kırıyorsunuz, ye’s-i mutla-
ka düşürüyorsunuz. Hamiyet-i milliye bu mudur? Böyle
mi millete menfaat dokunduruyorsunuz?
Üçüncütaife
olan ihtiyarlar bir sülüs teşkil ediyor.
Bunlar kabre yakınlaşıyorlar, ölüme yaklaşıyorlar, dün-
yadan uzaklaşıyorlar, ahirete yanaşıyorlar. Böylelerin
menfaati ve nuru ve tesellisi, Hülâgû ve Cengiz gibi za-
limlerin gaddarâne sergüzeştlerini dinlemesinde midir ve
ahireti unutturacak, dünyaya bağlandıracak, neticesiz,
manen sukut, zahiren terakki denilen şimdiki nevi hare-
ketinizde midir? Ve uhrevî nur, sinemada mıdır? Ve ha-
kikî teselli, tiyatroda mıdır? Bu bîçare ihtiyarlar hamiyet-
ten hürmet isterlerken, manevî bıçakla o bîçareleri kes-
mek hükmünde ve “İdam-ı ebedîye sevk ediliyorsunuz”
fikrini vermek ve rahmet kapısı tasavvur ettikleri kabir
kapısını ejderha ağzına çevirmek, “sen oraya gidecek-
sin” diye manevî kulağına üflemek hamiyet-i milliye ise,
böyle hamiyetten yüz bin defa eliyazübillâh!
Dördüncütaife
ki, çocuklardır. Bunlar, hamiyet-i mil-
liyeden merhamet isterler, şefkat beklerler. Bunlar da,
netice:
sonuç.
nevi:
çeşit, tür.
nur:
parıltı, ışık.
rahmet:
acıma, şefkat etme, ko-
ruma, merhamet etme
sahtekâr:
yalancı, aldatıcı.
sergüzeşt:
serüven, macera.
sevk:
sürme, yollama.
sukut:
düşme, değer kaybetme.
sülüs:
üçte bir.
şefkat:
acıyarak, içten ve karşılık-
sız merhamet, sevgi.
taife:
takım, kısım, grup.
tasavvur:
düşünce.
terakki:
yükselme, ilerleme.
teselli:
avunma, acısını dindirme,
rahatlatma.
teşkil:
meydana getirme.
tımar etmek:
yara bakımı ve te-
mizliği.
tiyatro:
dram, komedi gibi edebi-
yat ürünlerinin temsil edildiği yer.
uhrevî:
ahirete dair, yönelik.
ye’s-i mutlak:
tam ümitsizlik.
zahiren:
görünüşte, görünürde.
zalim:
zulmeden, haksız davra-
nan.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
def etmek:
savmak, uzaklaş-
tırmak.
dehşet:
büyük korku hâli.
ejderha:
korkunç ve hayali
bir hayvan.
eliyazübillâh:
Allah korusun.
fikir:
düşünce.
gaddarâne:
zalimce, acıma-
sızca.
hakikî:
gerçek.
hamiyet:
din, millet gibi mu-
kaddes değerleri koruma
duygusu ve gayreti.
hamiyet-i milliye:
millet için
millî gayeler uğruna fedakâr-
lıkta bulunma, çalışma ve bu
duyguların korunması için ça-
ba harcama.
hürmet:
riayet, ihtiram, saygı.
idam-ı ebediye:
dirilmemek
üzere sonsuz yok oluş.
intikam:
öç alma.
kabir:
mezar.
lâyık:
uygun, münasip.
manen:
iç varlık ve mana ba-
kımından, manevî yönden,
ruhça.
manevî:
görülmeyen, duyu-
larla sezilebilen, soyut, ruha
ve içe ait olan, maddî olma-
yan.
menfaat:
fayda, yarar.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek, bîçarelere yar-
dımda bulunmak.
muhtaç:
ihtiyaç içinde bulu-
nan.
musibetzede:
musibet gör-
müş, belâya, sıkıntıya düş-
müş kimse.
mükâfat:
ödül.
Mektubat | 715 |
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
1...,705,706,707,708,709,710,711,712,713,714 716,717,718,719,720,721,722,723,724,725,...1086
Powered by FlippingBook