beŞİNCİ DeSİSe-İ ŞeYtaNİYe
ehl-i dalâletin tarafgirleri, enaniyetten istifade edip,
kardeşlerimi benden çekmek istiyorlar. Hakikaten, in-
sanda en tehlikeli damar,
enaniyet’
tir. Ve en zayıf da-
marı da odur. onu okşamakla çok fena şeyleri yaptıra-
bilirler.
ey kardeşlerim! dikkat ediniz, sizi enaniyette vurma-
sınlar, onunla sizi avlamasınlar. Hem biliniz ki, şu asırda
ehl-i dalâlet eneye binmiş, dalâlet vadilerinde koşuyor.
ehl-i hak, bilmecburiye, eneyi terk etmekle hakka hiz-
met edebilir. enenin istimalinde haklı dahi olsa, madem
ki ötekilere benzer ve onlar da onları kendileri gibi nefis-
perest zannederler, hakkın hizmetine karşı bir haksızlık-
tır. Bununla beraber, etrafına toplandığımız hizmet-i
kur’âniye, ene’yi kabul etmiyor, nahnü istiyor. “Ben de-
meyiniz, biz deyiniz” diyor.
elbette kanaatiniz gelmiş ki, bu fakir kardeşiniz ene ile
meydana çıkmamış. sizi enesine hadim yapmıyor. Belki
enesiz bir hadim-i kur’ânî olarak kendini size göstermiş.
Ve kendini beğenmemeyi ve enesine taraftar olmamayı
meslek ittihaz etmiş. Bununla beraber, kat’î deliller ile
sizlere ispat etmiştir ki, meydan-ı istifadeye vazedilen
eserler, mirî malıdır, yani kur’ân-ı Hakîm’in tereşşuhatı-
dır. Hiç kimse enesiyle onları temellük edemez. Haydi,
farz-ı muhal olarak, ben enemle o eserlere sahip çıkıyo-
rum; benim bir kardeşimin dediği gibi, madem bu
kur’ânî hakikat kapısı açıldı, benim noksaniyetime ve
asır:
yüzyıl.
bilmecburiye:
mecburiyetle.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak.
delil:
emare, bürhan, şahit.
desise-i şeytaniye:
şeytanın hile-
si, aldatması.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli, azgın
ve sapkın kimseler.
ehl-i hak:
hak ehli, iman, İslâmi-
yet yolunda olan.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, benlik.
ene:
ben, benlik.
farz-ı muhal:
olması imkânsız
olanı var gibi kabul etmek,
varsaymak.
hadim:
hizmetçi.
hadim-i kur’ânî:
Kur’ân’ın
hizmetkârı.
hak:
doğru, hakikat, gerçek.
hakikat:
gerçek.
hizmet:
bir uğurda çalışma,
gayret gösterme, nefsin arzu
ve isteklerine çok düşkün
olan.
hizmet-i kur’âniye:
Kur’ân’ın
hizmeti.
ispat:
doğruyu delil göstere-
rek meydana koyma, ka-
nıtlama.
istifade etme:
faydalanma.
istimal:
kullanma.
ittihaz:
edinme.
kanaat:
inanma, fikir.
kat’î:
kesin.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
kur’ânî:
Kur’ân’a uygun,
Kur’ân’a ait.
meslek:
gidiş, tutulan yol.
meydan-ı istifade:
istifade
meydanı, sahası.
mirî malı:
devlet hazinesi,
herkese ait, genele ait.
nahnü:
biz.
nefisperest:
nefsine düşkün.
noksaniyet:
eksiklik, noksan-
lık.
tarafgir:
taraf tutan, taraftar-
lık.
taraftar:
tarafını tutan.
temellük etme:
sahiplenme.
tereşşuhat:
damlamalar, sı-
zıntılar.
terk etmek:
bırakmak.
vazedilen:
konulan.
zaif:
zayıf
zan:
sanma.
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
| 722 | Mektubat