gülmeye bedel bir sene ağlamayı netice veren harekât-ı
nameşruadan vazgeçirmek istiyorum. Yalnız bu altı yedi
sene değil, belki yirmi senedir, kur’ân’dan ahzedip
türkçe lisanıyla neşrettiğim âsâr meydandadır!
evet, lillâhilhamd, kur’ân-ı Hakîm’in maden-i enva-
rından iktibas edilen âsâr ile, ihtiyar taifesinin en ziyade
istedikleri nur gösteriliyor. Musibetzedelerin ve hastala-
rın tiryak gibi en nafi ilâçları, eczahane-i kudsiye-i
kur’âniyede gösteriliyor. Ve ihtiyarları en ziyade düşün-
düren kabir kapısı, rahmet kapısı olduğu ve idam kapısı
olmadığı, o envar-ı kur’âniye ile gösterildi. Ve çocukla-
rın nazik kalblerinde hadsiz mesaip ve muzır eşyaya kar-
şı gayet kuvvetli bir nokta-i istinat ve hadsiz âmâl ve ar-
zularına medar bir nokta-i istimdat, kur’ân-ı Hakîm’in
madeninden çıkarıldı ve gösterildi ve bilfiil istifade ettiril-
di. Ve fukaralar ve zuafalar kısmını en ziyade ezen ve
müteessir eden hayatın ağır tekâlifi, kur’ân-ı Hakîm’in
hakaik-ı imaniyesiyle hafifleştirildi.
İşte bu beş taife –ki, türk milletinin altı kısmından beş
kısmıdır– menfaatlerine çalışıyoruz. Altıncı kısım ki
gençlerdir; onların iyilerine karşı ciddî uhuvvetimiz var,
senin gibi mülhitlere karşı hiçbir cihetle dostluğumuz
yok. Çünkü, ilhada giren ve türk’ün hakikî bütün mefa-
hir-i milliyesini taşıyan İslâmiyet milliyetinden çıkmak is-
teyen adamları türk bilmiyoruz, türk perdesi altına gir-
miş frenk telâkki ediyoruz. Çünkü, yüz bin defa türkçü-
yüz deyip dava etseler, ehl-i hakikati kandıramazlar. zi-
ra fiilleri, harekâtları, onların davalarını tekzip ediyor.
medar:
sebep, vesile.
mefahir-i milliye:
millî şerefler,
değerler.
menfaat:
fayda, yarar.
mesaip:
zor işler, sıkıntı ve belâ-
lar.
milliyet:
bir milleti diğer bir mil-
letten ayıran hâllerin ve özellikle-
rin tamamı, inanç, tarih, dil, gele-
nek, kültür, ideal vatan birliği.
musibetzede:
musibet görmüş,
belâya düşmüş.
muzır:
zararlı.
mülhit:
Allah’ı inkâr eden, dinsiz.
müteessir etmek:
etkilemek,
üzüntü vermek.
nafi:
faydalı.
nazik:
narin, ince.
neşretme:
yayımlama, yayma.
netice:
sonuç.
nokta-i istimdat:
yardım dileme
noktası.
nokta-i istinat:
dayanak noktası.
nur:
parıltı, ışık.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
koruma, bağış, ikram.
taife:
takım, kısım.
tekâlif:
teklifler, sorumluluklar.
tekzip etme:
yalanlama.
telâkki etme:
kabul etme, anla-
ma.
tiryak:
ilâç.
uhuvvet:
kardeşlik.
ziyade:
çok, fazla.
zuafa:
zayıflar.
ahzetmek:
almak.
âmâl:
emeller, arzular.
asar:
eserler.
bedel:
karşılık.
bilfiil:
yaparak.
ciddî:
gerçek.
cihet:
yön, taraf.
dava:
iddia.
eczahane-i
kudsiye-i
kur’âniye:
Kur’ân’ın manevî
ve kusursuz eczanesi.
ehl-i hakikat:
gerçeği bulup
onun peşinden gidenler.
envar-ı kur’âniye:
Kur’ân
nurları.
fiil:
iş, davranış.
Frenk:
Avrupalı, Fransız.
fukara:
fakirler, yoksullar.
gayet:
son derece, çok.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakaik-ı imaniye:
iman haki-
katleri.
hakikî:
gerçek.
harekât:
hareketler.
harekât-ı nameşrua:
meşru
olmayan, doğru ve kabul edi-
lir olmayan hareketler.
idam:
yok olma.
iktibas edilen:
alınan, aktarı-
lan.
ilhad:
hak yoldan çıkma, din-
sizlik.
İslâmiyet:
Müslümanlık.
istifade:
faydalanma.
kabir:
mezar.
kısım:
takım, taife.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
lillâhilhamd:
Allah’a hamd ol-
sun ki.
lisan:
dil.
maden:
kaynak.
maden-i envar:
nurların kay-
nağı.
Mektubat | 719 |
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup